GEÇMİŞE YOLCULUK (Nazan İpşiroğlu, Halit Ziya Uşaklıgil, Geçmişe Yolculuk)


 

Nazan İpşiroğlu, Karşılaşmalar ve Düşündürdükleri kitabından

Halit Ziya Uşaklıgil

Bir tatil günü babam bize  “çocuklar hazırlanın bugün Halit Ziya Beye gidiyoruz” diyor. Bizde bir heyecan. Romanlarından  tanıdığımız bu önemli yazar acaba nasıl biri? Annemin kitapları arasında onun romanlarını bulup karıştırmaya girişiyoruz. Ama zaman yok. Bugün olsa açar interneti bakarsın. Hakkında yazılanları okur, görsellere bakar anlam çıkartmaya çalışırsın. Muhsin Beyle olduğu gibi acaba onunla da iletişim kurabilir miyiz? Gerçi Muhsin Beyi küçük yaşta tanımıştım. Şimdi artık çocuk değilim. Bu ziyaret nereden çıktı? Babam onu tanıyordu da annem mi tanışmak istemişti? Hiç bilmiyorum. Her neyse. Şimdi Yeşilköy’de (gerçekten yeşil bir köy, beton köyü değil) çok güzel ağaçlıklı bir bahçe içinde bir ahşap konaktayız. İçeriye buyur ediliyoruz. Halit Ziya Bey bizi karşılıyor. Çok sevimli beyaz saçlı, beyaz bıyıklı yaşlı bir bey. Az sonra hanımı geliyor. Memnune Hanım. Onun için aynı şeyi düşünemiyorum doğrusu. Şişman, asık suratlı, bir avuç kalan saçını da siyaha boyamış bir yaşlı hanım. İlk izlenimler bunlar. Eski üslup döşenmiş, tıklım tıklım eşya doldurulmuş bir salon. Az sonra hizmetçi hanıma yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldıyor. Merakla izliyorum, galiba ne ikram yapılacağını sordu. Artık genç kız sayılırım, ama çocukluktan, muziplikten bir türlü kurtulamıyorum. Memnune Hanımın dudaklarını büzüp uzatıp fısıldadığı sözcüğün şurup olduğu anlamını çıkartıyorum. Gerçekten az sonra gümüş tepsi içinde kristal bardaklarla buz gibi güzel bir şurup ikram ediliyor.Eve dönünce, şurup ikram edileceğini anlamıştım diye Ulya’yı şaşırtıyorum.Nerden anladığımı bir türlü çıkartamıyor.Büyükler konuşuyorlar. Biz lafa karışmıyoruz. Bir süre sonra Halit Ziya Bey bizim öğrenim durumuzu soruyor. Piyano çaldığımız ortaya çıkıyor. Kimden ders alıyoruz? Hangi aşamadayız? Neler çalıyoruz? Hangi bestecileri seviyoruz? ... Bir sürü soruyla karşılaşıyoruz.  İkimiz de ayrı ayrı yanıtlar veriyoruz. Nedense Halit Ziya Bey, Ulya’dan çok benimle ilgileniyor. Bana gün doğuyor. Her zaman ön planda olan Ulya’yı bu kez ben geride bıraktım. Sonraki ziyaretlerimizde de bu hep böyle sürüp gidecek. Ben öndeyim. Böyle bir fırsatı hiç kaçırır mıyım? Çok ünlü yaşlı bir yazara âşık olan genç kız rolüne giriyorum. İllaki Halit Ziya Beyin bir fotoğrafını alıp ona imzalatacağım. Annem de Ulya da şaşırıyorlar. Bu da nerden çıktı? Ama olmaz demiyorlar. Güzel bir resmini bulup, ziyaretlerimizden birinde imzalatıyorum. “Kıymetli kızım Nazan’a”  A’ları uzatması hoşuma gidiyor. Sonra resim Ulya ile ortak çalışma odamızın başköşesine yerleşiyor. Arada harıl harıl Halit Ziya Beyin kitaplarını okuyorum. Mai ve Siyah, Aşkı Memnu, Kırk Yıl. O yıllarda daha kitap nasıl okunur, öğrenmemişim. Kendimi olayların gidişine kaptırıyorum, başka bir şey düşünemiyorum. Kırk Yıl anı kitabı, tarihsel olgular içinde ele almış. Onu daha ciddi okuyorum ve çok şey öğreniyorum. Genç kuşak bu romanları hiç kuşkusuz dizilerden tanıyordur. Acaba bunların Türk edebiyatı içindeki yerini bilirler mi? Sanmıyorum. Belki de yazarın adını bile bilmezler. Bir söylentiye göre, Aşkı Memnu’nun yeni baskısını vitrinde gören gençler, dizinin kitabı çıkmış diye sevinip kitabı alıyorlarmış. Sonra da okurlar mı,  yoksa dilinden sıkılıp bir köşeye mi atarlar, belli olmaz. Oysa interneti açıp bir baksalar ne çok bilgi bulacaklar. Uşaklıgil hakkında pek çok araştırma yapılmış. Aralarında çok iyi olanlar var. Ben de bu yazıya başladığımda bunlardan çok yararlandım. Çok sevdiğim, ama gençlik yıllarımda üzerinde hiç düşünmemiş olduğum bu yazar hakkında pek çok şey öğrendim.



Ziyaretlerimizden birinde, güzel bir sonbahar gününde bahçede çay içiliyor, müzikten konuşuluyor. Halit Ziya Bey Schumann’ın piyano konçertosundan söz ediyor. Çaldım mı, biliyor muyum diye soruyor bana. Sonra ikinci bölümü özellikle çok sevdiğini, dinlerken bir yaz gecesi, karanlığı yırtan meşalelerdensuya dökülen damlaların tınılarınıhayal ettiğini anlatıyor. Meşale sözcüğü aklına gelmiyor, düşünüyor torche diyor. Ben şaşkın dinliyorum, babama bakıyorum. Babam meşale diye açıklıyor. Şaşkınlığımın nedeni müzik dinlerken çağrışımsalhayal kurması. Bu bana çok yabancı.Ne dinlerken, ne de çalarken yapıtın kendisinden başka bir şey düşünemem ki. Sonra bana soruyor: “deşifrajın nasıl?” Ben kem küm bir şeyler söylerken “çok iyidir efendim” diye lafımı kesiyor babam, kızlarını övmek için hiç fırsat kaçırmaz. Bense olduğumdan farklı görünmekten hiç hoşlanmam, canım sıkılıyor. Fark etti mi bilmiyorum. Bana dönüp kızı Behin hanımın notadan hızlı okumayı öğrenmesi için ona operaların piyano transkripsiyonlarını aldığını, bir flütçü tuttuğunu, onun üst sesi çalarak birlikte çalıştıklarını,  böylece kızının hem operaları hem de hızlı okumayı öğrendiğini anlatıyor. Ve sonra bütün o notaları bana hediye ediyor.Ne yazık ki şimdi o notalar elimde değil. Yıllarca sürüp duran taşınmalarımız sırasında, artık kullanmadığım için tasfiye etmişim. Oysa bugün elimde olsalar ne kadar işime yarayacaktı. 80 yaşından sonra tekrar opera üzerinde çalışacağımı nereden bilebilirdim?

Hasta olduğunu duyduğumuzda babamla yalnız gittik. Yataktaydı. Beni yatağının yanına oturttu, babamı da ayakucunda karşısına. Belli ki çok sıkıntısı vardı belli etmemeye çalışıyordu. Hiçbir şey yokmuş gibi bizimle konuşuyordu. Onu yormamak için az kaldık yanında. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Bu onu son görüşüm oldu. Kısa bir süre sonra ölüm haberini aldık. Bugün hala Schumann’ın piyano konçertosunun ikinci bölümünü  dinlerken onun, meşalelerden suya damlayan tınılar benzetisini anımsarım.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

13.7.1923 BUGÜN ANNEMİN DOĞUM GÜNÜ

YAŞADIM DİYEBİLMEK İÇİN (Zehra İpşiroğlu)

KAYAKÖY ŞİİRİ (Gülsüm Cengiz, Esintiler)