İNSAN BU DÜNYADA NE KADAR ÖZGÜR OLABİLİR? ( Nazan İpşiroğlu; Sanatın Sorgulayıcı ve Dönüştürücü Gücü)

 

 



 

 Nazan İpşiroğlu

İnsan Bu Dünyada Ne Kadar Özgür Olabilir?

Kemal Seyhan’ın Resimlerinin düşündürdükleri

 

Resim vardır baktıktan sonra unutulup gider, resim vardır bir daha silinmeyecek gibi izleyicinin belleğinde yer eder. Kandinsky, Monet’nin “Saman Yığını” adlı resmini gördükten sonra bunun ne olduğunu anlamamış, saman yığını olduğunu katalogdan öğrenmiş. Sonra resmin bir daha belleğinden silinmediğini, her an bütün ayrıntılarıyla gözlerinin önünde canlandığını fark etmiş. Bu yaşantıdan sonra resimde konunun önemsiz olabileceğini anlamış. Kandinsky’nin yürüdüğü sanat yolundaki arayışında soyuta geçişinin ilk habercisiydi onun bu yaşantısı. O günden bugüne köprünün altından çok sular aktı. Soyut resmi artık kimse yadırgamıyor. Ancak yine de genelde konunun ön planda olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz. İzleyici genellikle resmin adına bakarak resimle iletişim kurmaya çalışıyor. Resim adsızsa ve belli bir konusu yoksa pek ilgi duymuyor. Bu tür resimlerle iletişim kurabilmek kolay olmuyor.

 

Kemal Seyhan’ın resimlerini ilk kez yaklaşık on yıl önce Viyana’daki atölyesinde görmüştüm. Bunlar büyük boyutlu, soyut, adsız resimlerdi. Dikkatle bakıldığında resimlerin yatay ve dikeylerden oluşan bir alt yapısı olduğu fark ediliyordu. Üst üste sürülen renk katmanları ve yer yer kazımalar, alt yapıyı olabildiğince gizliyordu. Renk hemen hemen tek renge indirgenmişti. Resimler çok etkileyiciydi. Ancak ben o sırada müze gezme telaşı içinde üzerinde fazla düşünememiştim, ama resimler gözümün önünden hiç gitmemişti. En kısa deyişle bu resimler daha ilk bakışta gözü resmin derinliklerindeki bir başka dünyaya çekiyordu.

 

2008’de Art Sumer’de bir sergi açtı Seyhan. Arada geçen süre içinde seçtiği yoldan ayrılmamıştı. Ama iki önemli yenilik gözüme çarpmıştı. Biri alt yapının, yani yatay ve dikeylerin belirginleşmesi, dahası kimi resimde kafes gibi ortaya çıkmasıydı.  İkincisi renklerin çoğalmasıydı. Küçük boyutlu resimler de yapmaya başlamıştı sanatçı. Yapının görünürlük kazanması, daha çok renk kullanılması gözün daha da derinlere çekilmesine olanak veriyordu. 

 

Yine Art Sumer’de açtığı son sergisinde Kemal Seyhan hem büyük boyutlu, hem küçük boyutlu resimlerle karşımızda. Sanatçı yolundan sapmamış. Kesişen yatay/dikeyler yine resimlerin alt yapısı. Ama boş tuvalin ona açtığı sınırsız özgürlüğü kendi koyduğu bu yasayla sınırlarken Mondrian gibi katı değil. Özgürlük alanları çok geniş. Öncelikle çizgiler cetvelle çizilmişçesine düz değil. Kesişme değişik açılarla olabiliyor, ancak yuvarlak çizgi girmiyor resimlere. Renkler de sınırlı değil. Kimi resim ilk bakışta tek renk etkisi bırakıyor. Mavi, kırmızı, yeşil gibi.  Kimi resimde de değişik renkler bir araya geliyor. Üst üste gelen boya katmanları, kazımalar, akmalar çizgileri hareketlendiriyor ve yüzeye derinlik ve saydamlık getiriyor. Derinlik etkisi bırakan bir başka boyut da renk titreşimleri. Başka deyişle renklerin birbirine geçişi. Bunlara ton farkları diyemiyorum. Bu geçiş öylesine ince farklarla oluyor ki, ton farkı deyimi yetersiz kalıyor. Müzikte nasıl ses titreşimi diyorsak bunlara da renk titreşimi demek daha doğru. Ve yine müzikteki gibi bu titreşimler hareketi sağlıyor. Bir rengin üstüne gelen başka bir rengin titreşimleriyle (özellikle rengin açılıp koyulaşmasında) öyle farklılıklar ortaya çıkıyor ki, bunlar resim yüzeyinin üzerinde değişik strüktürler oluşturuyor. Kimi gözü resmin içine çekerken, kimi dışına itiyor. Kimi resimde boya yer yer kalın olabiliyor. Böyle durumlarda tuvalin dışına taşan yeni bir doku oluşuyor. Böylece gözün sağ/sol, yukarı/ aşağı hareketlerine resmin içine/dışına bir hareket de ekleniyor. İzleyici, tuvalin değişik yerlerinde, değişik renk ve biçimlerle karşısına çıkan bu irili ufaklı yapıları, yani resmin parçalarını birbirleriyle ve resmin bütünüyle ilişkilendirerek resmin yapılış sürecini yaşayabiliyor. Başka deyişle resim zamansallık kazanıyor. Ancak alımlama sürecinde izleyicinin yaşadığı bu zamansallık, herhangi bir resme bakarkenki çizgisel zaman akışından farklı. Çünkü resimdeki derinliği de (mekânı) renk titreşimleri oluşturuyor. Bu durumda zaman mekânla bütünleşiyor.

 Sanatçının önceden tasarlamadığı, resmin yapılış sürecinde ortaya çıkan bu beklenmedik, strüktürler sanatçıya yeni yaratıcılık yolları açıyor. Bunlardan küçük boyutlu resimler doğuyor. Başka deyişle büyük resim oluşum süreci içinde küçük resimleri üretiyor. İzleyici büyük ve küçük resimler arasında bağlantı kurabiliyor.

Art Sümer’in yeni mekânında açılan bu sergide ayrıntı gibi görünen, ama Seyhan’ın sanatına açılabilmek için önemli olan bir şey daha fark ettim. Onun renklerle özgül bir ilintisi olduğuna yukarıda değindim. Resimler sergilenirken bunun göz önünde tutulması, izleyicinin bütüncül bakışının sağlanması için çok önemli. Galerinin yeni mekânı iç içe geçilen birkaç odadan oluştuğu için buna çok uygun düşmüş. Hangi rengin hangisinin yanına geleceği çok iyi düşünülmüş. Hem ayrı ayrı odalardaki resimler renk açısından bütünleşiyor, hem de izleyici sergiyi gezip bitirdikten sonra bütüncül bir bakış kazanabiliyor. 

Seyhan’ın resimlerinin temelindeki yapı, yıllarca bağlı kaldığı yatay/dikeyler ne ifade ediyor? Bunların bir anlamı var mı? Seyhan’ın resimlerini çok seven, beni onunla tanıştıran bir ortak dostumuzun alımlamasına göre Seyhan büyük kent insanı, yaşamı hep büyük kentlerde geçmiş. Resimlerinde neşesiyle, hüznüyle, dinginliği, curcunası, sıcağı, soğuğuyla kent yaşamını dile getiriyor. Kuşkusuz böyle bir alımlama resimlere çok uyuyor. Çünkü her resim rengine ve renk titreşimlerine göre farklı bir atmosfer ve izleyicide farklı bir ruh hali yaratıyor. Ancak bu alımlama bana yeterli görünmüyor. Aynı tuvalin üstünde sanatçının kendi koyduğu değişmeyen bir yasayla (yatay/dikeyler) önceden tasarlanmamış olan, değişebilen, rastlantıya da söz hakkı tanıyan sınırsız özgürlük alanlarının buluşması bana daha başka şeyler düşündürüyor. Dahası, ilk bakışta çelişki gibi görünüyor. Oysa kompozisyonlarda parça-bütün ilişkisi olağanüstü uyumlu. Öyleyse neden çelişki? Bunu çözümlemek için Seyhan’ın sanatını bağlam içinde alımlama yoluna gittim.

Seyhan’ın içe dönük bir kişiliği var. İstanbul’a yerleştiğinde Viyana’da tanınmış bir sanatçıydı. Buraya geldikten sonra tutunmak için hiç çaba göstermedi. Çalışmalarını sessiz sedasız sürdürdü. Çok düşünen, sanatının içinde yaşayan, sanatıyla sürekli hesaplaşan bir sanatçı Seyhan. Bunda felsefe okumuş olmasının da etkili olduğunu düşünüyorum. Yanlış anlaşılmasın, içe dönüklüğü onu yaşamdan kopartmış, dünyadan elini eteğini çekmiş demiyorum. Tam tersine yaşamın içinde. Viyana’ da Uygulamalı Sanatlar Okulu’nda da okumuş. Resim çalışmalarının yanı sıra cam, metal, ahşap gibi değişik malzemelerle çalışıyor, mobilya tasarımları yapıyor. Sanatı yaşamla bütünleşmiş. Özelliği, resimlerinde de yaşamında da belli bir denge araması. Yaşam kişiye sınırsız özgürlük tanımıyor. İnsan olumlu/olumsuz bağlar içinde yaşamını sürdürmek zorunda. Kimimiz bunların arasında boğuluyoruz, kimimiz bunlara karşın kendimize özgürlük alanları bulabiliyoruz. Bu varoluşsal bir sorun.  Kemal Seyhan’ın resimlerini alımlarken bu düşüncelere daldım ve resimlerin izleyicisini varoluşsal sorunlar üzerinde düşünmeye çağırdığı sonucuna vardım. Benim alımlamama göre yatay/dikeyler yaşamın koyduğu sınırlar; ötesi kişinin özgürlük alanı, kafasının içi, düşünceleri, yaratıcılığı …

Söz alımlama özgürlüğüne gelince, Seyhan’ın resimlerini (özellikle bu sergidekileri) çok müziksel bulduğumu söyleyeyim. Müziksellikçağrışımsal değil. Resimlerin günümüzün müziğiyle temel ortaklıkları olmasından kaynaklanıyor. Öncelikle renk titreşimlerinin ve katmanlarının oluşturduğu derinlik ve zamansallık. Yukarıda açıkladığım gibi, gözün sağa/sola, yukarıya/aşağıya, resmin içine/dışına hareketiyle resme giren zaman mekân bütünleşmesi. Çağdaş müziğin de bir özelliğidir zaman mekân. Müzik, görsel sanatlardan farklı olarak zamansal sanat olarak nitelenmiş ve bu yüzyıllar boyu süregelmiştir. Zamansallık zaman akışı anlamına gelmiştir yakın zamana kadar. Çağdaş müzikteyse zaman biçimlendirme öğelerinden biri olarak kullanılıyor.

İkinci bir özelliği kompozisyonun birbirinden farklı strüktürlerden oluşmasıdır. Ses titreşimleri, değişik çalgılar, farklı çalgıların ya da aynı çalgının (bu insan sesi de olabilir) tını renkleri, ses yüksekliği, sesin güçlenip hafiflemesi… Kısaca sesle ilgili ne varsa birbirleriyle ilişkilendirilerek değişik strüktürler oluşturması ve strüktürlerin bütünle anlamlı biçimde ilişkilendirilmesi. İşte bütün bunların Kemal Seyhan’ın resimlerinin çağdaş müzikle çok ortak yanlarının olduğunu düşünüyorum.

Bu sergide küçük bir resim, ötekiler arasında farklılığıyla gözüme çarptı. Resim siyah. Önce şunu bilmekte yarar var. Seyhan resimlerine tuvali baştan aşağı siyaha boyamakla başlıyor. Siyah kendi hazırladığı bir bileşim. Renk katmanları (saydam ya da değil) siyahın üstüne geliyor. Bu küçük resmin farklılığı, yapının siyahın farklı titreşimlerinden oluşması. Siyah bazen aydınlanıyor, bazen koyulaşıyor, yatay/dikeylerin arasında değişik strüktürler oluşturarak ışıldıyor. Buna resim yüzeyi grileşiyor da denilebilir. Ama bıraktığı izlenim siyah. Resim yüzeyinin büyük bir kısmını, biri aşağıdan, biri yukarıdan perde gibi gelen daha siyah iki dörtgen kaplıyor. Bütünün siyah izlenimi vermesinin nedeni bu. Ancak bu koyu siyahlar saydam. Altındaki strüktürler görülebiliyor. Seyhan’ın resimlerini tanıyanlar için beklenmedik bir yenilik. İster istemez şu soru akla geliyor: sanatçı bir dönüm noktasında mı? Belki. Ama yasalarını değiştirmiş değil. Özgürlük alanları yine yatay/dikeylerin arasında. Yoksa kötülüklerin giderek arttığı dünyaya karamsar bir bakış mı? Bu da olası. İlk alımlama boyutu, (ortak dostumuzun alılmaması) bu olasılığa daha uyuyor. Ne olursa olsun, bu resme bakarken izleyici, ötekilerde olduğu gibi sınırlanmış bir alanda sınırsız özgürlüğün; değişmez kurallar içinde sınırsız değişikliklerin olabileceğini bir kez daha anlıyor

 

 

.

Bana göre resim ya da genel olarak sanat, hayatı anlamamız, içinde bulunduğumuz durumun üstesinden gelebilmemiz için geliştirdiğimiz stratejiler bütünü. Resim bana göre burada olmanın, bu dünyada olmanın ve şimdi olmanın bir yolu, başka bir şey değil” diyor

 

 

Uygulamayı en baştan öngördüğüm bir tekniğim var. Daha önceden boyayı tuvalin üzerine nasıl uygulayacağımı biliyorum. Boyayı spatulla tuvalin üzerine uyguluyorum. Çok ince tabakalar çekerek çalışıyorum. Çoğunlukla yatay ve düşey hareketler yapıyorum. Tuvale bir sefer yatay bir tabaka uygulamışsam bir sonrasında düşey uyguluyorum. Sonrasında ortaya ağ tabakası gibi bir yapı çıkıyor ve bütün resmi oluşturan öğeler bu düşey ve yatay slpatula izlerinden oluşuyor. Burada yapmaya çalıştığım, perspektif yanılma üzerine kurulu olmadan, saydam tabakaların hissedilmeleri üzerinden bir derinlik hissi yaratmak.

yapılan bir iş olduğuna sadık kalmaya çalışıyorum ancak ressama ait bir mekanın da tuvalde oluşturulması gerektiğine inanıyorum. Tuvalde derinlik hissinin, farklı bir mekan hissinin önemli olduğunu düşünüyorum. Birbirinin üzerine uygulanan onlarca tabakanın aralarındaki boşlukları hissettirmeye çalışıyorum. Resmin derinliği olmayan bir fenomen olduğunu gözardı etmeden tuval üzerine uyguladığım ince tabakaların arasındaki boşlukları hissettirmeye çalışıyorum. En indirgenmiş haliyle, aşağı ve yukarı gibi, sağ ve sol gibi yerçekiminin bize dayattığı koordinat sisteminden yola çıkıyorum.

Vs.Dergisi.

Radikila.Sönmez ile reportaj

Sınırlı sayıda renge izin verdiğim çok doğru. İşin içinde beyaz hep var. Tuvalin kendi rengi olarak ve ulaşmak istediğim hedef yer olarak var. Siyahla başlıyorum bütün resimlerime. Bu beyazdan mümkün en radikal kopuş olarak beni bir karar ve aksiyon eşiğine getiriyor hep. Siyahın insanı düşünmeye ve aynı zamanda kontemplasyona kışkırtan etkisinden vazgeçemiyorum. Siyah, beyaz ve gri haricinde üç ana renk sarı, mavi ve kırmızı beni çok meşgul ediyor. Maalesef bu sergi için düşündüğüm kırmızı resmi bitiremedim. Yeşil ise bizim irademiz dışı var olan, gelişimini sürdüren doğayı çağrıştırdığı için çekici geliyor bana. Bazen de küf gibi, hayatın döngüselliği, çürümekte olanın çürürken yeşermesi, korku ile umudun garip bir bileşkesi gibi.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

13.7.1923 BUGÜN ANNEMİN DOĞUM GÜNÜ

YAŞADIM DİYEBİLMEK İÇİN (Zehra İpşiroğlu)

KAYAKÖY ŞİİRİ (Gülsüm Cengiz, Esintiler)