TİYATRO VE ELEŞTİREL DÜŞÜNCE (Nihal Kuyumcu, Sanatın Sorgulayıcı ve Dönüştürücü Gücü)

 

Nihal Kuyumcu

 

TİYATRO VE ELEŞTİREL DÜŞÜNCE:


Yaklaşık 20 yıldan bu yana tanıdığım, birlikte çalıştığımız, bir proje için buluştuğumuzda veya bir proje hakkında telefonla konuşurken mutluluğuna, heyecanına tanık olduğum Nazan İpşiroğlu için yazmak istediğimdenereden başlamam gerektiğini bilemedim. Cumhuriyetle yaşıt, müzik, resim, çağdaş sanat, tiyatro, opera gibi sanatın birçok alanında eserler vermiş, neredeyse yaşamının son anlarına kadar yazmış, “ne kadar vaktim var bilmiyorum, elimdekini bitirmem gerek” diyerek telaşla yazan bir yazardan mı? Birlikte birçok proje yaptığımız, (1995 yılından bu yana) Kasımpaşa’da Kadınlar Çeşmesi İlköğretim okulunda başlayan ve Fethiye Kültür Sanat günlerine kadar süren serüvenden mi? Sonuç olarak bizi buluşturan ortak nokta, tüm sanat alanlarının harman olduğu sanatın düşünceyi özgürleştiren, tiyatronun düşünceyi görsel hale getiren ve eleştirel düşünceyi destekleyen çalışmalardı. En son yolculuğumuz Fethiye’de noktalanmasa da onsuz devam ediyor.

Nazan İpşiroğlu için hazırlanan bu kitapta, ÇYDD’den söz edilmezse, ÇYDD bünyesinde yaptığı çalışmalardan söz edilmezse eksik kalır. Onun, yaratıcı eğitim anlayışı ve bu alanda verdiği kuramsal yayınlar, ÇYDD eğitim bünyesinde çalıştığı ve diğer üyelerle birlikte yaratıcı bir öğretim anlayışının temellerini atmak için verdiği çabadan söz etmeliyiz. Bu çaba başlangıçta kuramsal, sonra uygulamalı yayınlar en sonunda da doğrudan uygulamanın içinde yer aldığı çalışmaların organizasyonu olarak sürdü.

ÇOCUKLARLA DÜNYAYA BAKMAK:

Bir eğitim kurumu çatısı altında sanat eğitimi dediğimizde birçok sanat alanından yararlanabiliriz. Hemen aklımıza gelenler müzik, resim el sanatları gibi çalışmalara ders programları içinde yer verilirken, fotoğraf, tiyatro, drama,  kültür ve edebiyat, felsefe gibi alanlar okul ders saatleri dışında, öğrencinin gönüllü olması esasına dayanan kulüp çalışmaları olarak da yer alabilir. Yaklaşık olarak 18 yıldır (1995 yılından bu yana), İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturjibölümü olarak tiyatro çocuk ve eleştirel düşünceyi bir araya getirmek amacıyla çocuklarla çeşitli çalışmalar yapıldı, yapılmaya da devam ediyor.Eğitimde Tiyatro ve Drama bu sanat çalışmaların temel hareket noktasını oluşturmuştur.ÇYDD’nin desteğiyle –ki bu dönemde Nazan İpşiroğlu ile tanıştık- Kasımpaşa’da başlayan serüven bugün de çeşitli platformalarda sürmektedir.

Tiyatroyla Büyümek!

Okullarda tiyatro kollarının oyun sahneleme ile ilgili duyuruları başlangıçta büyük bir ilgiyle sevinçle karşılanır her zaman. Çocuklar heyecanla toplanırlar. Tanışma faslından sonra ufak tefek gösteriler başlar, o günlerin güncel komedyen tipleri birer birer yeteneklerini sergilerler. Onlar için tiyatro taklit etmektir. Taklit ettikleri de TV dizilerinde gördükleri izledikleri birkaç komedyendir. Bir süre sonra metinler seçilir. Öğretmenler, hem velileri hem okul idaresini memnun etmek zorundadırlar. Öyle bir oyun seçilmeli ki öğretmenin başı derde girmemeli. Dikkat ederseniz, çocukların hoşuna gitmeli demedik, o en son planda kalır hatta bazen plana girmez bile. Bir oyuna karar verilir, roller dağıtılır ve çocuklar ezberlemeye başlarlar. Artık son derece monoton, giderek heyecanın düştüğü kaybolduğu, sıkıcı bir dönem başlamıştır. 

Başlangıçtaki coşkudan eser kalmamıştır. Beceriksizce söylenen replikler, aynı yerde takılıp kalmalar, unutmalar, bir türlü düzeltilemeyen vurgular,  elini kolunu ne yapacağını bilemediği, öğretildiğinde de son derece garip, her türlü estetik sanatsal kaygıdan uzak, hatta bu kadar bozukluklar içinde edebi değerini de yitiren tiyatro metninden hiçbir şeyin kalmadığı bir oyun çıkar ortaya.  Çünkü verilen metin çocuğun/gencin dünyasına ait değildir. Sözcükler ona ait değildir. Yaşamından bir parça değildir. Tanıdık değildir. Sözcükler sadece ezberlemek zorunda olduğu metnin birer parçasıdır. O kadar. Sonuç olarak çocukların hatta eğitimcilerin de büyük bir heyecanla, coşkuyla giriştikleri bu yolculuk bir süre sonra bir işkenceye dönüşür. Gruptan kopmalar başlar. Öğretmen telaşlanır, gösteri günü yaklaştıkça tansiyon yükselir. Sonunda rezil olma korkusuyla biraz tehdit biraz ödül vaatleriyle zar zor ortaya bir şeyler çıkarılır.

Çocuk bu sürecin neresindedir. Bu çalışma ona ne kazandırmıştır? Bir sonraki sene benzer bir çalışma önerisinde tavrı ne olacaktır? Bunlar akademik bir program içinde başlı başına araştırma konularıdır. Ancak en azından sürecin ve bu sürecin getirdiği kazanımların sonuçtan daha önemli olduğu böyle bir çalışmadan çocukların çok da mutlu olmayacağı kesindir. Çünkü bu sürece kendinden bir şey katmamıştır. Ne replikler, ne kişiler (ki rol dağılımında genellikle hep başkalarının rolleri daha güzeldir çocuklara göre) çocuğu mutlu eder. Sözcükler ona ait değildir. Muhtemelen yabancısı olduğu bir dünyaya aittir. Bu çalışma giderek tiyatro çalıştırıcısı olan öğretmenin de kendisini ispat etme sürecine girmesiyle amacından uzaklaşır, bir an önce bitirilmesi gereken bir etkinliğe dönüşür. [1]

Bir başka önemli nokta Milli Eğitim Bakanlığının Demokles’in kılıcı gibi öğretmenlerin başında sallanması. Özellikle oyun seçimlerinde öyle bir sistem öyle bir otokontrol oluşmuştur ki önerileriniz “ o oyun politik olamaz”, “içinde aşk var olamaz”, “çok eleştiri var olamaz” gibi gerekçelerle önerileriniz reddedilir. Ayrıca haklı olabilirler, başta müdür karşı çıkabilir izin vermeyebilir. Bu arada çocuklara hiç sorulmaz, onların araştırma yapmaları istenmez, böyle bir öneri beklenmez. Bütün bu süreç atlatılıp oyunla ilgili çalışmalara başlandığında öncelikle düzgün bir çalışma mekânı yoktur, olsa bile sık sık kesintiye uğrayabilir. Çünkü idareciler sanatsal etkinliklere ilk önce gözden çıkarılabilecek etkinlikler olarak bakarlar. Bir başka sorun velilerdir. Veliler karşı çıkabilirler, çünkü çocukların bir üst okula geçebilmeleri için gereken sınavlara (TEOG, ÖYSS vb.) hazırlanmaları, test çözmeleri, kurslara gitmeleri gerekmektedir. Tiyatro gibi boş(!) etkinliklere vakit ayırmamalıdır.  Matematik dersi daha önemlidir bir resim dersinden! Müzik için de aynı şey geçerlidir.

Tiyatro, drama çalışmalarına gelince, Drama dersi var ancak drama öğretmeni yetiştirecek lisans programı sadece Eskişehir Anadolu üniversitesinde ve bir de yüksek lisans programı Ankara üniversitesinde olduğu için çokaz sayıda öğretmen yetişir. Diğer açık ise piyasadaki bazı kurslarla kapatılmaya çalışılır. Drama liderliği kurs programları 6 ay ile 2 sene arasında değişen sürelerde programlarını tamamladıkları için orada da bir dağınıklık bir başıbozukluk söz konusudur. Sonuç olarak sanat alanları, çocuğun kişisel gelişimi için çok gerekli olan resim, müzik, tiyatro gibi etkinlikler ciddi bir program ve uygulama sorunları barındırmaktadır.

Okullarda Tiyatro, Eğitimde tiyatro

Tiyatro çocuklar arasında her zaman coşkuyla karşılanan bir etkinliktir. Tiyatro oyun üzerine kurulmuştur ve oyun da çocuğun –hatta insanın - doğasında vardır.  Shiller insan yalnızca oynadığı zaman tam bir insan varlığıdır derken insanın özgürlüğe ulaşabileceği en saf yolun oyun olduğunu ima etmiştir.   Çocuk da kendini özgür hissettiği her ortamda oynar. Oyun, özellikle çocuğunu yaşamının vazgeçilmez bir parçasıdır. Çocuk tiyatrodan, canlandırmadan, taklitten kısaca oynamaktan hoşlanır. Çocukluk dönemi ile tiyatro birbiriyle iç içedir. Bunun nedeni tiyatronun temelinde “oyun”un olması ve çocukların yaşamında da oyunun önemli bir yer tutmasıdır.

İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu,eğitimde tiyatronun kullanılması bir başka deyişle çocuklarla tiyatro üzerine yaptığı çalışmalarla bizim eğitim tarihimizde önemli bir yer tutar. Onun “Öz Tiyatro “ anlayışı tiyatro yapmak için sadece bir oyuncu ve bir seyirci olmasının yeterli olduğu görüşüyle örtüşür. Baltacıoğlu 1941 yılında kaleme aldığı “Tiyatro “ adlı eserinde bu konuya şöyle değinir[2]:

Oyuncu tiyatronun asal öğesi değil midir? Bu soruya “Evet” diye cevap veriyorum. Bence tiyatronun asal öğesi, yaratıcılığın kaynağı oyuncudur ve onlardaki başkalarının kişiliklerini özümseme, onlarla benzeşme yetenekleri ve güçleridir. (…) Bir tiyatro oyun metni, kendi başına edebi, şiirsel veya herhangi bir estetik değer taşıyabilir; ancak bu metin, hepsinin kendilerine özgü üsluplarıyla oyuncular tarafından yaratılmadıkça, teatral hiçbir değer taşımaz. (…) hiçbir rol ezber, suflörle ve mekanik oynanmamakta, sadece doğaçlama, spontan davranma, yaratıcı düş gücü, hitabet yeteneği, yapıcılık ve yaratıcılık etken olmaktadır.

Baltacıoğlu tüm sorumluluğu oyuncuya bırakırken bir şeyi dışarda tutar. Oyuncunun metni ezberlemesini istemez ve her şeyi doğaçlama olarak ortaya koymasını, rolü özümsemesini, düş güçlerini harekete geçirmesini ister. Temayı iyice kavrayıp ifade zenginliğine kavuşan öğrencinin oyunu tuluat olarak oynayabilir duruma gelmesinin artık metni ezberleyerek prova sürecine geçilebileceğinin işareti olduğunu söyler.

Bu noktada bizim için önemli olan öğrencilerle çalışırken sadece metne bağlı kalınmasının gerekmediğinin doğaçlama olarak rollerin ortaya konması. Böylesi çalışmalar, öğretmenin ya da tiyatro liderinin öğrencilerle belirledikleri bir konudan yola çıkarak konunun gerektirdiği tipleri doğaçlama canlandırmaları hem çocuğa/öğrenciye hareket serbestliği kazandıracak hem de okullarda oynanacak metinler konusunda öğretmene grubuyla birlikte kendi metnini oluşturma fırsatı verecektir.

Tiyatro metinleri de edebi metinler olarak, metin inceleme ve sahneleme uygulamalarıyla dil öğretimine önemli katkılar sağlayabilir. Tiyatro insanı insanla anlatma sanatıdır. Öğrenci metin üzerinde çalışırken ve sahnelerken sözcükleri, tümceleri bağlamı içinde değerlendirerek, yaşamla örtüştürür, gözlem, öğrenme, anlama ve anlatma becerilerini edinir.Tiyatro çalışmaları katılımcılarına demokratik ortamlar sunar. Bir eğitim kurumu çatısı altında gerçekleştirilen tiyatro çalışmasında grup üyelerinin her biri grubu yönlendiren olabilirken aynı zamanda grubun önerilerine uyan da olabilir. Herkesin eşit söz hakkı vardır.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

1995 den bu yana Kasımpaşa’dan Fethiye’ye uzanan yolda hedefimiz, çocuklarda eleştirel bilinç oluşturmak, dünyayı değiştirme gücü kazandırmak. Bu hedefe giderken tiyatronun düşünceyi somut hale getiren, görünür kılan özelliklerinden yararlanmak, ne kadar başarılı olduğumuzu zaman gösterecek…

Kasımpaşa’da bir ilköğretim okulu…

Bir tiyatro çalışmasında, ister çocuk ister genç olsun kazanımlar ve ortaya konan ürünler açısından, süreç önemlidir. Yani sürecin sonunda bir oyun ortaya çıkarılsa da olur çıkarılmasa da… Önemli olan bu sürecin işlevsel bir biçimde çocuğa, kendisi ve içinde bulunduğu dünya ile ilgili bir dizi farkındalık kazandırması, bunu didaktik biçimde değil de kendi gözlemleri, araştırmaları, ifade biçimleriyle ortaya koyması ve giderek yaşamına uyarlayabilmesidir. Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji bölümünde eğitimde tiyatro dersinde programlar hazırladık. İletişim, medyanın bize sundukları /dayattıkları veya şiddet gibi konular çocuklarda ne şekilde ifade buluyordu. Çocuklar bu konuların, bu konular çerçevesinde, içselleştirdikleri, yolunda gitmeyen durumların ne kadar farkındalardı? Ve nasıl fark ettirebilirdik? Fark ettirme tepeden inme, parmakla gösterme şeklinde olmamalıydı. Kendileri görerek dile getirmeliydiler.

İlk çalışma bölgesi Kasımpaşa’da bir ilköğretim okulu seçildi. İlköğretim 4 ve 5. Sınıflardan öğrenciler büyük bir hevesle çalışmalara katıldılar. Örneğin çocuklarla şiddet konusunda yaptığımız tartışmalarda şiddetin azarlanmaktan başlayarak dozunun giderek arttırdığı bir öğretmen öğrenci ilişkisinin çocuklarca normal olarak kabul edildiğini gördük. Hatta kendilerinin bunun hak ettikleri konusunda çocuklar hem fikirdi. Çocuklar o kadar tedirgin ve böylesi şiddetle yaşıyorlardı ki elinizi yukarı kaldırıp tahtaya -eğer yakınınızda duruyorlarsa- uzandığınızda bile bir tokattan kendilerini korur gibi bir pozisyonla kapanıyorlardı.

Bir başka örnek ise çocukların otoriteyi içselleştirmiş olmaları ve sınıf düzenini atmosferini otoriter yaklaşımlarla özdeşleştirmiş olmalarıydı. Çalışmalar spor salonunda yapılıyordu. Küçük bir sınıftan ibaret olan salon, yaklaşık 20 çocuğun rahatlıkla hareket edebileceği boş bir alandan ibaretti. Çocuklar önce, öğretmen olmayan, onlarla rahatça konuşan, oyunlar oynayan bu ablalar abiler karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Salonda küçük tartışma grupları oluşturuldu, her grubun başına yerleşen bir abla ya da abi bu tartışmalarda moderatörlük yapıyordu. Ancak bu süreç sıkıntılı geçiyor, öğrenciler hep bir ağızdan konuşup birbirlerini dinlemiyorlardı. İki üç hafta böyle geçmişti ki, spor salonunun kilitli kalması nedeniyle bir hafta salon yerine sınıfta çalışmak gerekti. Çok şaşırtıcı bir durumu şaşkınlıkla izledik: sınıfa giren yerlerini alan öğrenciler büyük bir sessizlikle liderleri dinliyor, parmak kaldırarak söz istiyor ve diğer arkadaşlarını ilgiyle dinliyorlardı. Sınıfın sıra düzeni ve kürsü öğrencilere öğrenci olduklarını hatırlatmış ve sınıfta öğretmen aracılığıyla edindikleri davranış biçimini geri getirmişti. Oysa spor salonunda hepsi daire biçiminde yerde oturuyor, lider öğretmen değil, kendilerinden biri gibi hareket ediyordu. Yani sınıf ortamından daha demokratik bir ortamda bulunuyorlardı. Bu durumun spor salonunda da sağlanması, herkesin birbirini dinlemesi için uzun çalışma programları gerekti.

Ancak çocuklar liderlerle iş birliğine girdikçe, bir oyun ortaya çıkartma sürecine katılıp kendilerini de o çalışmanın bir parçası olarak hissettiklerinde iletişim biraz daha kolaylaştı.

Çocuklarla yapılan iletişim konusunu ele aldığımız çalışmalarda doğaçlamalar yoluyla çocukların iç dünyalarına, aile hayatları hakkında bilgi sahibi olmak hiç de zor olmuyordu. Örneğin bir çalışmada sınıfı küçük gruplara ayırarak hepsinden bir fotoğrafçının karşısında poz veren aile üyelerini donmuş resimlerle göstermelerini istedik. Sınıfta 6 grup vardı ve hemen her grubun oluşturduğu resimde baba ortada, merkezde, babaanne bir yanında, evdeki erkek çocuklar babanın diğer yanında ve arkada ayakta, kız çocukları ve anne ise yerde, ayaklarını altlarına almış bir şekilde oturarak poz veriyorlardı. Resimleri değiştirmelerini farklı biçimlerde poz vermelerini istedik. Baba merkezdeki yerini korumakla birlikte anne ve kız çocukları da hallerinden memnun görünüyorlardı. İçselleştirdikleri, hayatın içinde ucundan kenarından tutunma durumunu değiştirmeyi düşünmüyorlardı.  Durumu tersine çevirmek istediğimizde örneğin baba ile annenin yerlerini değiştirdiğimizde de durum farklı olmuyordu. Baba geniş bir şekilde büyük hareketlerle bağdaş kurarak oturduğu ve elinde havalı bir şekilde tuttuğu tespihiyle fiziksel olarak olmasa da yarattığı psikolojik ortamla merkezdeki yerini koruyordu. Anne ise babanın yerine geçmiş olsa da, adeta yok olmak ister gibi kendini kapatarak oturduğu yerini bir türlü dolduramamıştı.

Doğaçlamalar sonunda ortaya çıkan durumlar tartışmaya açılarak neden niçin nasıl gibi sorularla çocukların düşünmeleri ve ifade etmeleri sağlanıyor. Bu çalışmada, anne ile kızlarının yerleri ile ilgili sorular ısrarla cevapsız kaldı. Çocuklar annenin kızların öyle başköşede oturamayacaklarını dile getiriyorlardı. Gerekçe istendiği zaman açıklayamıyor “işte öyle” diyerek geçiştiriyorlardı. Çalışmada bir sonuca varmak grubun birden aydınlanması gibi bir durum söz konusu değil. Ayrıca aydınlanma neye göre, kime göre, diye sorduğumuzda bu sorunun cevabı her lidere göre değişebilir ve çalışma beklenmedik noktalara gidebilir. En iyisi soru işaretlerini büyüterek çocuğun kafasında bırakmak. Ve cevabı kendisinin bulması için cesaretlendirmek!

 

 

Kocamustafapaşa Toplum merkezi…

Kocamustafapaşa’da (KMP) yapılan çalışmalar daha büyük iki farklı gruba hitap ediyordu. Birinci grup çevredeki okullardan gelen ilköğretim 6 ve 7. Sınıf öğrencilerinden,  ikinci grup ise toplum merkezinde okuma yazma ve diğer beceri kurslarına katılan kadınlardan oluşuyordu.

Kadınlarla Forum Tiyatro Çalışması:

Toplum merkezindeki çalışmaların bir ayağını çocuklar oluştururken, diğer ayağını da kadınlarla yapılan forum tiyatro çalışmaları oluşturuyordu. Üniversite tiyatro bölümü öğrencileriyle birlikte eğitim amacıyla yapılan Forum Tiyatro uygulamalarında ilginç konular, ilginç çözüm önerileriyle her defasında kadınlar grubu şaşırtıyor hiç düşünülmeyen durumlarla öneriler getiriyorlardı.

Forum tiyatroda öncelikle bir alan araştırması yapmak gerekiyor. Forum yapılacak grubun homojen bir grup olması ve seyircinin sahnede izlediği oyundaki ana kahramanı tanıması, kendine yakın hissetmesi gerekir. Eğer sahnede kahramanın yaşadığı sorun seyirci için tanıdıksa, yaşamının her hangi bir noktasında ona dokunmuşsa sahneden gelen davete cevap verir. Böylece seyirci, seyirci-oyuncuya dönüşerek sahneye çıkıp sahnedeki olay üzerinden kendi yaşamındaki olaylarla ilgili deneyim kazanır. Sahne onun için bir prova alanına dönüşmüştür. O nedenle ön oyun çok önemli. Sorunun iyi saptanması ve salona iyi geçmesi forumun başarısında belirleyici olur.

Forum Tiyatro çalışmaları iki farklı biçimde yürütüldü. İlki okuma yazma kursunu yürüten öğretmenlerden alınan bilgilerle ön oyun hazırlandı ve yine toplum merkezine devam eden kadınlara sunuldu. Bir diğeri ise bir başka merkeze devam eden gündelikçi kadınlarla atölye çalışması yapıldı. Bu atölye çalışması sırasında ortaya konan sorunlardan yola çıkarak ön oyun hazırlandı ve aynı gündelikçi grubuyla daha büyük bir gruba sunularak Forum açıldı.Okuma yazma kursuna katılan kadınlardan aldığımız bilgiye göre kadınlardan birinin eşi üstüne kuma almış, ayrı ev açmış ve o günlerde kumanın hamile olduğunu öğrenmiş.  Bir başka kadının kızı çalışmak istiyor ama kocası izin vermiyor. Kocası sert biri, zaman zaman da şiddet uyguluyor eşine ve kızına. Kadın kızı ile kocasının arasında kalmış. Bir başka konu ise kocası ve kayınvalidesinin kadının okuma yazma kursuna gelmesini istememesi, kadına türlü zorluklar çıkartılması.  Birçok konu ele alınmasına karşın farklı zamanlarda sergilenen bu üç konu çok ilgi çekti ve katılım çok fazlaydı. Kadınlar yanlarında getirdikleri küçük çocukları yanlarında oturan diğer seyirciye emanet ederek sahneye çıkıyor, kendi çözümünü gösteriyordu. Dolu salonlarda oynanan oyunlar her defasında büyük ilgi gördü ve sanırım böylesi katılım hiçbir tiyatro oyununda gerçekleşemez. En ilginç en önemli yazar yada en büyük tiyatro oyuncusu bile bu salondaki ortamı oluşturamaz, o seyirci grubunu böylesine içine alamazdı. Bu sadece Forum Tiyatronun gücüydü.

Her oyunun sonunda bir uzman kişi sahneye davet edilerek işlenen konu ile ilgili yasal haklarını ve o sorun karşısında neler yapabileceklerini açıklıyorlardı. Eşinden şiddet gören kadının olduğu oyunun sonunda, bir avukat sahneye gelerek komşusunun şiddet gördüğünü bir şekilde fark ederse polisi aramaları gerektiğini, kadın şikâyetçi olmasa bile polisin o eşi evden uzaklaştırma hakkı olduğunu, böylece kadının daha kötü durumla karşı karşıya kalmasını engelleyebileceklerini söyledi. Bu önemli bir bilgilendirme idi salonda bulunanlar için. Zira kadın ne kadar şiddet görürse görsün eğer gidecek yeri yoksa akşam eşi ile o evi paylaşmak zorunda olduğu için şikâyetçi olmuyor, polis de bırakıp gidiyordu.

Forum tiyatro kadının kendisi ve çevresi ile ilgili farkındalık kazanması açısından çok güçlü bir araç. Her bir forum bitiminde kadınlar kendi aralarında da tartışarak salonu terk ediyorlardı, yani forum bitmiyor, dışardaki yaşamlarında da devam ediyordu.

Ve Fethiye kültür Sanat günleri…

Fethiye kültür Sanat günlerinin gerçekleşmesinde bütün gücüyle çaba gösteren, etkinliklerde bizzat yer alarak enerjisi ve heyecanıyla birçoğumuza örnek olan Nazan İpşiroğlu ve çocuklarla sabır ve sevgiyle heykel çalışmalarını yürüten Heykeltraş Bayram Candan’ı sevgiyle anıyoruz.

Fethiye Belediyesi ve sivil toplum kuruluşlarının destekleri,   Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla, Fethiye Turizm Tanıtım Eğitim Kültür ve Çevre Vakfı (FETAV)  tarafından önce “Fethiye Yunus Nadi Günleri” olarak başlayan,  ardından “Fethiye Kültür ve Sanat Günleri” adıyla sürdürülen etkinlik şehrin sosyal ve kültürel yaşamına önemli katkılarda ulunmaktadır. Kültür sanat günleri çerçevesinde tiyatro, drama, düzenlenen kitap fuarında yazar buluşmaları, okullarda çocuk edebiyatı yazarlarının çocuklarla buluşmaları, öğretmen seminerleri, heykel çalışmaları, duvar boyama gibi birçok sanat ve edebiyat alanını buluşturan bir etkinliktir. Bu alanda çalışan insanlarla Fethiye’nin merkezinde olduğu kadar köy okullarında da çalışmalar yapılıyor. Her yıl mayıs ayında gerçekleşen bu etkinliklerin 2016 yılında 9.su gerçekleşmiştir.

Bu etkinliklerde çocuklar ve gençlerle yapılan çalışmalar çerçevesinde, gerek öğrenciler gerekse öğretmenler tiyatro alanında bir hafta gibi bir sürenin sonunda oyun çıkarılabileceğini, oyunlarda metin, dekor ve kostümün çok da önemli olmadığını, hatta bu sürece çocukları / gençleri kattığınızda profesyonel bir tiyatro insanından çok daha yaratıcı ürünler ortaya konduğu görülmektedir.

Öğretmenler için, sahnelenecek metnin bulunması her zaman sorundur. Oysa Fethiye’de yapılan çalışmalarda Öğretmenler, medya eleştirisi, masal parodileri gibi hem çok iyi tanıdıkları, hem her an içinde oldukları konuların ele alınmasıyla metin bulma işinin kolaylıkla çözümlenebileceğini görüyorlar.

Öğretmenlerle şubat ayında yapılan üç günlük uygulamalı oyun çıkarma süreci sonucunda yaratıcı çalışmalar otaya konabiliyor. Ana sınıflarının 90 öğrenci ile Ağustos böceği ve Karınca hikâyesinin küçücük çocuklarla nasıl bir görsel şölene dönüşebileceği yine bu etkinlikler çerçevesinde izlendi.

Kültür sanat etkinlikleriyle küçücük bir kasaba ve en uzak köylerine kadar şenleniyor. Çocuklar hayal bile edemeyecekleri yazarlarla, öğretmenler alanın uzmanlarıyla buluşuyor. Fethiyeliler çok şanslı, dileriz bu şanslarını hiç kaybetmezler.

SONUÇ:

Buraya kadar önce 1995 de Zehra İpşiroğlu ile daha sonraki yıllarda da Nazan İpşiroğlu ile karşılaştığım günden bu güne kadar yapılan çalışmaların bir çeşit dökümünü çıkarttım. Bu döküm elbette burada yer alanlarla sınırlı değil. Burada anlatılanlar, her bir yöntemden sadece birer örnek.  Bu etkinliklerde bugüne kadar yüzlerce öğrenciye dokunduk, tartıştık, konuştuk, birlikte bir şeyler üretmeye çalıştık. Bugün ne kadarını hatırlıyorlar, ne kadarını uyguluyorlar ne yazık ki elimizde bunu değerlendirecek bir ölçeğimiz yok.

Ancak zaman zaman sosyal medya aracılığı ile kurulan iletişimler yapılan çalışmalardan önemli bir tortunun kaldığını gösteriyor.

Toplumlardaki gelişmeler, değişimler dönüşümler bugünden yarına gerçekleşmez. Yapılan çalışmaların da ani bir değişim, bir aydınlanmaya neden olmasını beklemiyoruz. O nedenle sabırla, heyecanımızı yitirmeden sürdürmeğe çalışıyoruz. Bizler deniz kenarına vurmuş binlerce denizyıldızından birkaç tanesini de olsa kurtarmaya çalışıyor, “bunlardan binlerce var boşuna uğraşıyorsunuz diyenlere inat  “bak bunun için fark etti” diyerek denize atmaya çalışıyoruz. Ne kadar başarılı olduğumuzu zaman gösterecektir.



[1] Bir alış veriş merkezinin düzenlediği liselerarası Tiyatro şenliği ve yarışmasında izlediğimiz oyunlarda dile getirilen bu sorunlar çok net bir şekilde görülüyordu. Örneğin çocuklar/oyuncular bir yandan giydikleri kocaman kaftanlarla mücadele ederken, eteklerine takılmadan nasıl yürüyeceklerini,  ellerini kollarını nasıl hareket ettireceklerini düşünürken diğer yandan, Müsahipzade Celal’in ağdalı dil ile kaleme aldığı, çoğu sözcüklerin anlamlarını bilmeden, yanlış vurgularla bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Ne o dil, sözcükler ne de o giysiler onun yaşamının bir parçasıydı…

[2] Baltacıoğlu İ.H. “Tiyatro Nedir? “ Yayına hazırlayan Atila Alpöge, T.Yılmaz Öğüt- Ali Y. Baltacıoğlu Mitos Boyut Yayınevi 2006 İstanbul s. 59

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

13.7.1923 BUGÜN ANNEMİN DOĞUM GÜNÜ

YAŞADIM DİYEBİLMEK İÇİN (Zehra İpşiroğlu)

KAYAKÖY ŞİİRİ (Gülsüm Cengiz, Esintiler)