OKUYUP MİMAR OLACAĞIM (Nüshet Ak, Geçmişe Yolculuk)
Benim kuşağımdan olan Nüshet ve Sema Ak bizim arkadaşlarımız. Her ikisi de mimar. Uzun yıllara dayanan bir dostluğumuz var. Sema'nın yanındaki de arkadaşımız Ayşe Hattatoğlu. ÇYDD'de GENÇLER İÇİN okuma kitabını hazırladığımızda Nüshet'den de kendi yaşamını yazmasını istemiştik. Amacımız başarı öykülerini toplamaktı. GEÇMİŞE YOLCULUK bölümünde bir hafta annemin yaşamından bir kesit yayınlarken, bir hafta da bir arkadaşımızın öyküsünü paylaşıyorum.
Bir tepenin
güney yamacına kurulup, zamanla düzlüğe yayılan köy. İki yanında eski evlerin
yer aldığı darsokaklar, ortasında yüzyıllara tanıklık etmiş bir koca çınarın
bulunduğu meydanda birleşiyor. Oluklarından soğuk sular akan köy çeşmesi,
kahvehaneler, muhtarlık, cami, bakkal, berber, meydanın etrafında yer alıyor.
Biraz ileride, okul, evimiz ve kasabaya giden yol vardı.
Köyden,
bahar rüzgârında yeşil bir deniz gibi dalgalanan, çocukken içinde kaybolduğum,
kuzularla birlikte düşe kalka koştuğum ekin tarlaları ile türlü sebze ve
meyvanın yetiştiği bahçeler ve verimli tarım alanlarını saran tepelerden
gelerek, bir vadide birleşen derelerin suladığı otlaklar ve köy çocuklarının
güttüğü hayvan sürüleri görünüyor.
Taş duvarın
önünde sıralanmış, boyumdan büyük süt güğümlerini sallayıp, ‘miii’ diyerek,
susuzluğumu anlatabildiğim, kuzuların, köpek yavrularının peşinden koşarak,
türlü oyunlar oynadığım, büyük babamın dizi dibinde, anlattığı masalları
dinlerken, düşler dünyasında yaşadığım günler, artık çok uzaklarda.
Ailemiz
kalabalıktı. Annem, babam Yunanistan’da doğmuşlar; henüz birer çocukken,
aileleri ile birlikte, Lozan Antlaşması sonrasında yaşanan Mübadele ile köye
gelmiş ve Yunanistan’a göçen bir Rum ailenin bıraktığı şimdiki evimize
yerleşmişlerdi. Geçimlerini, kendilerine verilen tarlalarda tarım ve
hayvancılık yaparak sağlıyorlardı.
Büyükbabam
köyün bilgelerindendi. Muhtarlık da yapmıştı. Babaannemin evde ve çevresinde
olan biten her şeyden haberi olmalıydı. Amcam, Rumlardan kalan ve cami olarak
kullanılan kilisenin yakınındaki kahvehaneyi işletmekteydi. Babam kasabadaki
inşaatlarda usta olarak çalışıyor, amcamın tek oğlu çiftçilik yapıyordu. Sığır
ve koyunlara bakan bir yardımcı vardı. İşlerin yoğun olduğu dönemde, başka
yardımcılar da alınıyordu.
Annem ve
yengem, ev işlerinin yanısıra gerektiğinde hayvanların bakım ve sağım işleri
ile ilgilenir, bazen tarlada ve bahçede de çalışırlardı. Okuldan arta kalan
zamanlarda ve tatilde kahvehanede amcama yardım eder ya da kız kardeşlerimle, evde
ve kırda büyüklerle birlikte, elimizden gelen işleri yapardık.
O yıllarda
köyde elektrik yoktu. Su, köy çeşmesinden, askılar ve kovalarla ya da
testilerle taşınırdı. Sığır ve koyunlar, çeşmenin yalaklarında sulanırdı.
Çeşmenin hemen yanındaki çamaşırlıkta, köy kadınları çamaşırlarını sırayla yıkarlardı.
Kazanlarda biriktirilen yağmur suları da kül katılarak, çamaşır yıkamakta
kullanılırdı.
Kasabaya,
pazarın kurulduğu günlerde, at arabaları ile gidilen yoldan başka, yaya olarak
ya da eşek sırtında gidenlerin
kullandığıdaha kestirme bir patika vardı. Kasabada çalışanlarla orta okula
gidenler bu yolu kullanırdı. Kış aylarında, kar yolları kapadığında, kasabaya
gidip gelmek sorun oluyordu.
Yazları, gün
boyu kırda çalışanlar, akşam üstü evlerine dönerken, soluklanıp bir şeyler
içmek için köy meydanı ortasındaki koca çınarın altında ve iki kahvehaneden
birinin önünde biraz oturur,yemek vakti evlerine giderlerdi. Yaşlıların,
öğleden sonra gelip oturduğu ve sohbet ederekzaman geçirdiği bu meydan, köyünsosyal
yaşam alanıydı.
İşlerin
iyice azaldığı kış aylarında, köyün erkekleri boş zamanlarının çoğunu,
meydandaki bu kahvehanelerde sohbet ederek, kâğıt oyunları ile tavla ve domino
oynayarak, gazete okuyup, radyodan ajans dinleyerek, tarımdan, hayvancılıktan
ve biraz da günlük siyasetten konuşarakgeçirirlerdi.Kış boyunca zaman, böyle
akıp geçerdi. Bahar ayları geldiğinde, uyanan doğanın çağrısını beklemeden
başlayan çalışma hayatı ile kahvehaneler boşalır, herkes işine giderdi.
Erkenden
kalkıp, işe koyulan ve her zaman yapacak bir işleri bulunan aile bireyleriyle,
yer sofrasındaki kahvaltıdan sonra ben de hazırlanıp, bezden dikilmiş çantamı
alarak, köyün öbür ucundaki okula gitmek için evden çıkardım. Okul dönüşü,
kahvehaneye uğrayıp, amcama bir süre yardım ederdim. Akşam, hava kararmadan gittiğim
evde, yemeğimi yer, sonra oturma odasının yol tarafındaki sediri üzerinde, gaz
lâmbasının ölgün ışığı altında ders çalışırdım.
Beş sınıflı
okulumuzda, Başöğretmenle birlikte iki öğretmen daha vardı. Dördüncü sınıfta
iken hastalanan sınıf öğretmeni yerine genç bir öğretmen gelecekti. Ödev olarak
yaptığım resmi beğenmiş, babamın işini sormuştu.Usta olduğunu söyleyince, ‘Eğer
okursan, mimar olursun’ demişti. İlk kez duyduğum ‘mimar’ sözcüğünün, anlamını
bilmesem de o gün mimar olmaya karar vermiş, bunu babama da söylemiştim.
Yaz
tatillerinde, diğer köy çocukları gibi, inekleri otlatmak için, dere kenarlarındaki
otlaklara götürür, öğle saatlerinde, sıcak arttığında inekler söğütlerin
gölgesinde yatarken, arkadaşlarla derede yüzer, balık tutmaya çalışırdık.
Dönüşte inekleri evin avlusunda bırakır, sefertaslarını alıp kahvehaneye,
amcama yardıma giderdim. İş dönüşü, babamın gelmesiyle,gittiğim evde,yemeğimi
yedikten sonra, yorgunluktan oturduğum yerde uyuyakalırdım.
İlkokulu
bitirdiğim yıl, yaz tatilinde koyunları otlatıyordum. Artık görece büyümüştüm.
İnek otlatmak çoluk çocuk işiydi. Koyunları, komşunun benden üç beş yaş büyük
olan oğlunun güttüğü sürüsüne kattık. Sıcak yaz günlerinde gölgeliklerde
yatırılan koyunlar, akşam üzeri hava serinlediğinde otlamaya çıkarılır, gecenin
ilerleyen saatlerinde, çalı çırpıdan oluşturulan çitlerle çevrili kotraya kapatılırdı.
Gece kırda yatılır, sabah erkenden sağılarak, güğümlere doldurulan sütleri, eşeğe
yükleyip köye götürürken, koyunlar otlamak için çayırlara salınırdı.
Kasabadaki
ortaokula gitmek için, köyden birkaç arkadaşımla birlikte, erkenden yola
çıkardık. Patikadan, köyün yamacına kurulduğu tepeyi aşar, dereyi geçip
tırmandığımız ikinci tepeden aşağıya yürüyerek okula giderdik. Yağmurda, çamurlara
bata çıka, sırılsıklam ıslanarak okula vardığımızda, sobanın yanında oturarak
ısınıp, giysilerimizi kuruturken, derslerimizi izlemeye çalışırdık.
Öğretmenlerimiz okuma çabasındaki köy çocuklarına iyi davranır, başarılı
olmaları için çaba harcarlardı.Akşamları, okul çıkışında, aynı yoldan köye
dönerdik.
Köye
varınca, eve gitmeden kahvehaneye uğrar, babam ve amcamın oğlu da geldikten
sonra, sabah erkenden kahvehaneyi açacak olan amcamla birlikte döndüğüm evde,
yemek yedikten sonra ders çalışacak zaman bulabilirdim. Bütün bunlara karşın
başarılı bir öğrenciydim. Başka bir şansım yoktu. Ya okuyup mimar olacak ya da
çiftçilik yapacaktım.
Daha çok
yolum vardı. Tatilde, kız kardeşlerimle birlikte gittiğim tarlada, yaşıma uygun
işleri yapar, akşamları köye dönünce kahvehanede çalışırdım. Ailedeki herkes böylesine
çalışırken,arkadaşlarımla oyun oynamayı aklımın köşesinden bile geçirmezdim.
Hiç çocuk olamamıştım.
Orta okulu
başarıyla bitirmiştim. Köye altmış kilometre uzaklıktaki kente, ilk kez
gidecektim. Bazı arkadaşlarımın kaydını yaptırdığı, Boğaziçi’ndeki lisede okumak
istesem de babam kayıt yaptırmak için gittiğinde, kontenjan kalmadığını
söylemişlerdi.Kasabada işlerini yaptığı biri, okul müdürünün arkadaşı çıkınca
sorun çözülmüştü. Lisede, paralı yatılı olarak okuyacaktım.
Yurdun her
yanından, yaşadıkları çevre ve ilçelerde lise bulunmadığı için, buraya gelmiş
olan öğrencilerle birlikte yatılı okuduğum üç yıl, yaşamımın belki de en güzel
yılları idi. Bu üç yılda kurulan dostlukların, bugün de sürüyor olması, çok
rastlanan bir durum değildi.
Hafta
sonlarını ve yaz tatillerini gene köyde geçirirken, çocukluk arkadaşlarıma,
büyük kenti, öğrendiklerimi ve yaşadıklarımı anlatıyordum. Köyün bir
delikanlısı olarak, kırda büyüklerle birlikte çalışır, tarla sürer, çapa
yapardım. Daha zor olan işlerden, tırpan biçmek, peşisıra demet bağlamak ve
harmanda kendimden daha ağır buğday çuvalları ile saman balyalarını taşımaktan
kaçınmıyordum. Büyük küçük, köydeki herkesle çok iyi anlaşıyordum. Çocukluk
arkadaşlarım bir yana kendimden daha büyük olanların da sevgi ve saygısını kazanmıştım.
Okuyordum ama, birlikte zaman geçirirken, onlardan biriydim.
Lise de
bitmişti. Geçimini, ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılıktan sağlamakta olan
ailem için en yararlı olacak yaşlardaydım. Liseye giderken önünden geçtiğim
Güzel Sanatlar Akademisi, Mimarlık Bölümüne girmenin hayalini kurarken amcam,
‘Okudun işte, daha ne okuyacaksın, buradaki işleri kim yapacak!’ dediğinde,
dünyam yıkılmıştı. Okuma isteğim karşısında babam, aile gelenekleri nedeniyle,
evin büyüğü olan amcama karşı gelememişti. Ayrıca, büyük kentte okumak oldukça
masraflıydı. Sınavlara girmemin ne yararı olacaktı. O kış da böyle geçecekti.
Ama
kararlıydım. Gerekirse çalışarak okuyacaktım. Para kazanmalıydım. Arada başka
işlerdeçalışarak biraz para biriktirdim. Ve bir gece sabaha karşı herkes
uykudayken, bir valize sığacak kadar eşya alıp, evden çıktım. Bahçeyi ve dereyi
de geçtikten sonra, köyün dışında, birileriyle karşılaşmamak için, ekin
tarlaları arasından, bazen içinden yürüyerek kasaba yoluna ulaştım. O saatlerde
sürülerini otlatmaya götürmekte olan çobanlar görür diye indiğim dere boyunda,
sazlık ve çalılıkların arkasından ilerleyerek, kasabadan kente giden ilk
otobüse yetiştim. Arka kapısından bindiğim otobüste tanıdık birine rastlarım endişesiyle
en yakın koltuğailişmiştim.
Lisede
okurken, Almanya’da çalışan bir akrabamın getirdiği makinayla çektiğim fotoğrafları,
haftanın belirli günlerinde kasabaya gelip fotoğrafçılık yapan birine
bastırıyordum. Arkadaş olmuştuk. İstersem, şehirde iş bulmak için yardımcı
olabileceğini söylerdi. Buluştuk. Emanet olarak verdiği daha profesyonel bir makinayla,
sokak fotoğrafçılığı yapacaktım ama başarılı olamadım. Kısa bir süre yaptığım,
düğün salonu fotoğrafçılığı daha zordu. O da uzun sürmedi.
Sahildeki
çay bahçelerinde garsonluk yaptım. Geçici bir işti. Kaldığım bekâr
odasındakilerden birinin çalıştığı kebapçıda iş bulmuştum. Dükkânda kalmama
izin vermişlerdi. Temizlik işleri bittikten sonra, yan yana dizdiğim
sandalyelerin üzerine yarısını serdiğim battaniyenin, diğer yarısını üzerime
örtüyordum. Böyle olmayacaktı. Tanıdıkların oturduğu sur dibinde, kiralık bir
oda tuttum. İzimi bulmuşlardı. Babamın hasta olduğu haberi gelince, izin alıp,
köye gittim. Doğru değildi. Babamı görmeden, birkaç parça eşya da alarak, geri
döndüm.
Mimarlık
okumaktan vazgeçmesem de bazı arkadaşlarım gibi, Boğaziçi’ndeki restoranlardan
birinde garsonluk hayalleri kurmaya başlamıştım. Hedefimden çok uzaklaştığımı
farkedince, canım sıkıldı. Bir tabelâcınım yanında iş bulunca çalıştığım bu
yerden de ayrıldım. Birkaç ay sonra, elimin de yatkın olduğu bu işi,kendi
başıma yapabileceğime karar verdim.
Elimde,
içine bir raf da yaptırdığım tahta bir çantada birkaç renk yağlı boya ve
yazarken elimi dayadığım, ucuna bez sarılı bir sopa ile sokakları dolaşarak,
işyeri vitrinlerine yazılar yazdım. Kış geliyordu. Hafta sonu gittiğim kasabada,
tren istasyonundaki, şeker pancarı teslim alınan kantarda, mevsimlik bir iş
olan tesellüm memurluğuna başvurup işebaşlayacaktım.
Öğretmen
açığı olan köy okullarında, vekil öğretmenlik yapabilirdim. Ortaokuldan arkadaşım
olan birinin bakkallık yapan babası, milli eğitim müdürü ile ahbaptı. ‘Gelsin
de bir konuşalım’ demiş. Okumak istediğimi, bunun için çalışmam gerektiğini ve
yaşadıklarımı anlatınca, ‘Peki, yarın müdürüne git’ dediğiokul, kasabanın iki
ilk okulundan biriydi ve üçüncü sınıf öğretmeni yoktu. Hemen başladığım bu işi
çok sevmiştim. Çocukları seviyordum. Okulda yarım gün olan işimden artakalan
zamanlarda, fotoğraf, tabelâ ve karakalemle resim büyütme işleri yaptım.
Tatilde,
işlerim iyice açılmıştı. Gece yarılarına kadar çalışıyordum. Bu arada
üniversiteye giriş sınavlarının sonuçları açıklanmıştı. Hukuk fakültesini
kazanmıştım. Oysa ben ilkokul dördüncü sınıf öğretmenimin söylediği gibi,
Akademi’ye girecek ve mimarlık okuyacaktım. Girdiğim ilk sınavın ikinci
aşamasını kaçırmış ve bu ilk denemeden sonuç alamamıştım.
Kaydımı
yaptırdığım hukuk fakültesine, Akademi sınavlarında seneye de bir aksilik
olursa diye devam edecektim.Eğitim yarım gündü. Sabahları derse girip, öğleden sonraları
da Kasabada yaşayan bir büyüğümün,arkadaşının sahibi olduğu reklâm ajansında
grafik ressamlığı yaptım. Hafta sonları gittiğim kasabadaki işlerimi de aksatmayacaktım.
Aklım,
Akademi’de mimarlık okumaktaydı. İki hafta gittiğim resim kurslarında, sınavda
nelere dikkat etmem gerektiğini ve eksiklerimi öğrendim. Girdiğim ikinci
sınavda, başarılı olmuştum. Bu kez resimden aldığım tam notla, Akademi’ye
girişim kesinleşti. Hayâllerim gerçek olmuştu.
Kaydımı
yaptırdım. Dersler ağır, mimarlık eğitimi masraflı idi. Bu zamana kadar, beni
izleyen ama ne yaptığıma hiç karışmayan babamdan, ben de bir şey beklememiştim.
Ama yardımına ihtiyacım vardı. Ona, istediğim okula girdiğimi, eğer destek
olursa, süresinde bitirebileceğimi söylediğimde, büyük aile bölünmüş, amcam ve
babam ayrılmışlardı. Babam ustalık yaparken, kız kardeşlerimin de yardımıyla,
bir kısmını işleyebildiği arazinin, kalanını icara vermekteydi.
Akademi’de
ilk iki yıl çok zordu. Bir işte çalışacak zamanım yoktu. Birikmiş param da sınırlıydı.
Çalışmış olduğum reklâm ajansından aldığım işleri, fırsat buldukça evde
yapıyordum. Babam, az da olsa yardım ediyordu. Mimarlık eğitimi beş yıldı ama
süresinde bitirebilen çok azdı. İkinci sınıftayken geçemediğim iki zorunlu ders
nedeniyle bir yıl beklerken, mimari büroların birinde desinatör olarak
çalışmayı düşünüyordum.
İyi
öğrencisi olduğum hocalarımdan birinin yardımı ile dönemin, Şehirdeki en büyük
otelinin projelerini hazırlayan mimari büroda çalışma fırsatı bulacaktım.Büro
sahibi olan mimarların Akademi ve Teknik üniversitede hoca olmaları benim için
büyük şanstı. Harçlığımı çıkarırken, okulda öğrendiklerimin ve büroda
çizdiklerimin, hemen yanımızdaki inşaatın her aşamasında, enyeni malzeme ve
teknolojilerin kullanılarak uygulanması, çok önemli ve öğreticiydi.
Daha sonraki
yıllarda, meslek dersleri ile dönem projeleri dışındaki zamanlarda ve
tatillerde de çalışacaktım. Aynı evi paylaştığım sınıf arkadaşlarımın da bürolarda
çalıştığı bu dönemde, içinde bulunduğumuz devingen sanat ortamında, mimar
olarak, her alanda bilgi sahibi olmakönemliydi. Güncel konulara da duyarlıydık.
Okuyor, okuduklarımızı paylaşıyorduk. Mimarlıkla ve toplumsal olaylarla ilgili
konularda tartışarak, kendimizi her alanda geliştirmeye çalıştık.
Üçümüz birlikte
mezun olmuştuk. Mimarlık Bölümünü birincilikle bitirince, dikkatini çektiğim
hocalarım, okulda kalmamı önermişlerdi. Hayâlini bile kuramayacağım bu teklife,
tereddüt etmeden, ‘Evet’ diyecektim. Bildiklerimi, öğrenme isteği ile dolu
öğrencilerle paylaşabilmek, anlatılamaz bir duyguydu. Mesleki alanda ilerleyerek,
kendimigeliştirebilmek için de iyi bir fırsat doğmuştu.
Derslerimin
ve idari görevlerimin olduğu günler dışında okula gitmem gerekmediğinde, inşaat
mühendisi olan arkadaşımla, mimarın hiç olmadığı kasabadaki büromuzda projeler
yaparken, mesleğimizi tanıtmak için de çaba harcıyorduk. Bu arada, mimarlık
alanında yapılanları görüp incelemek için, yurt dışına gitmenin yollarını
araştırıyordum.
Gönüllü
hizmet kamplarına katılmak için başvurdum.Olumlu sonuç alınca, Avrupa’ya trenle
yaptığım yolculuk sırasında, geçtiğim yerlerde, kampta ve geri dönerken, bir
süre kalacağım kentlerde gördüklerimden çok etkilenmiştim. Şehir
merkezlerindeki eski yapıların yanısıra, yeni yapılar ve yeni yerleşim
alanlarındaki uygulamaları yerinde görmek, ufkumu açacaktı. Birkaç defa daha
gidip, mimarideki gelişmeleri yerinde izlemek için koşullarımı zorlamıştım.
Üniversiteler
için hazırlanan yasadaki zorunlu koşullar, benim durumumda olanları olumsuz
etkiliyordu. Yurt dışında çalışma fırsatı bulunca, gitmeye karar vermiştim.
Okuldan ayrılmamı istemeyen hocalarım, beni bir yıl izinli saydılar. Gittiğim
yerdeki koşullar, düşündüğüm gibi değildi. Dört ay sonra dönecek ve okuldaki
görevime devam ederken, arkadaşlarımla birlikte oluşturacağımız büroda, yurt
içi ve yurt dışında projeler yapacaktık.
Bir süre
sonra kendi büromu kurdum. İşler çoğaldığında, okul ile büroyu birlikte yürütmek,
giderekzorlaşacaktı. Artık bir karar vermem gerekiyordu.Okuldaki görevimi
aksatmak doğru olmazdı. Diğer yandan bakınca, mimar olmak ve mimarlık yapmak
için okumuştum. Mimarlık yapmaya karar verdim ve okuldan ayrıldım.
Büroda ve
şantiyelerde daha çok zaman geçirip, işlerimi geliştirebilirdim. Yardımcılar
aldım. Yurdun değişik yörelerinde, kentte ve daha çok kasaba ve civar köylerde,
proje, danışmanlık ve uygulamalar yaptım. Çok çalışıyordum. Zamanın ve yılların
nasıl geçtiğini anlamamıştım.
Kırklı
yaşlara gelmiştim ve yalnızdım. Evlenip bir yuva kuracaksam, daha fazla
gecikmeden, bir karar vermeliydim. İşime düşkün biriydim ve yaşım ilerlemişti
ama bir evi geçindirebilecek durumdaydım. Ne var ki yaşıma uygun ve
anlaşabileceğim birini bulmak pek de kolay değildi.
Benim gibi
mimar olan ve yıllar öncesinden tanıdığım bir hanımla tekrar karşılaşmıştık ve
o da evli değildi. İkimiz için de bir şanstı bu. Bir süre sonra evlenecektik.
Aynı meslekten olmamız, anlaşıp, yardımlaşabilmek bakımından da önemliydi.
Kendi büromuzda birlikte yürüttüğümüz proje çalışmalarının yanısıra,
uygulamalar da yaparken, geliştirdiğimiz merdiven sistemlerini, üretmek üzere
bir firma ve atölye kurduk. Tanıtım için yapı fuarlarına katıldık.
Hareketli geçen iş hayatımızın yanısıra, çevremiz genişledi, dostluklarımız arttı. Yaşama dair güçlükleri ve güzellikleri paylaşıyoruz. Güzel bir ülkede ve dünyanın en güzel kentlerinden birinde, dostlarımızla birlikte yaşarken üretebilen, değer yaratabilen bireyler olarak, dünyada bir iz değilse, toz zerresi bırakabilmek bizi mutlu ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder