GEÇMİŞE YOLCULUK (Nazan İpşiroğlu, 3. Geçmişe Yolculuk)
GEÇMİŞE YOLCULUK, ANNE BABA EVİ, MUHSİN ERTUĞRUL VE ÇÖL FARESİ
Büyük babam Bedri Nedim Göknil, annem, anneannem Seniha Bedri Göknil ve Yıldız Moran
Esintiler Bölümünü Gülsüm Cengiz'in Kayaköy şiiriyle bitiriyorum. Yeni bölümün adı Geçmişe Yolculuk. bundan sonraki yazılarında bu bölüm çerçevesinde bir hafta annemin, bir hafta arkadaşlarının yaşamlarından kesitler paylaşacağım. Kaynakça: Nazan İpşiroğlu, Karşılaşmalar ve Düşündürdükleri ve Gençler İçin kitapları)
Anne Baba Evinde
1930’lu
yılların başındayız. Şişli’de İtalyan lisesinde bir hocanın dört katlıbahçeli apartmanının
ikinci katında oturuyoruz.Apartmanda başka çocuklar da var. Bahçede
oynayabiliyoruz. Annem Seniha Bedri, babam Bedri Nedim, ablam Ulya ve ben
Nazan. Annemle babam konak hayatından geliyorlar. Büyük anneler, teyzeler,
halalar, hizmetçilerin giremediği, anahtarları büyük hanımın belinde asılı kilerler,
harem, selamlık... Annemle babam 1920’de evlenmişler, gelin ya da içgüvey gibi
durumlardan kaçınmışlar hemen ayrı eve çıkmışlar. Çocukların da gelmeleriyle
bir çekirdek aile oluşmuş. Biz okula gitmiyoruz. Okul çağına geldiğimizde annem
bizimle çalışıyor. Daha önce Almanca ve piyano öğrenimi başlıyor. Babamın
hepimizin kafasına sokmak istediği temel ilke çalışma...Bugün geriye baktığımda
bunda çok başarılı olduğunu görüyorum. Çalışma hepimizin yaşamında hep ön
plandaydı. Annem zaten çok okurdu. O yıllarda ikinci dil olarak öğrendiği
Almancadan çeviri yapmaya başladı. Böylece annem Almancadan çeviri yapan ilkler
arasına girdi. Çevirileri Darülbedayi’de (Şehir Tiyatrosu) sahneleniyordu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bizde Almanca modası başlamıştı. Politik açıdan
da Almanya ile aramız iyiydi. Onlar Türkiye’nin bu açılımından memnuniyet
duyuyorlardı. O kadar ki Goethe’nin ölümünün yüzüncü yılında şehir tiyatrosunda
annemin Goethe’den bir çevirisi sahnelendiği için anneme ve Ertuğrul Muhsin’e
Goethe madalyası verilmişti.
Biz böyle
bir çalışma ortamında yetiştik. Ablamla aramızda üç yaş fark vardı. Hem çok iyi
arkadaştık, hem de çok kavga ederdik. O ilk torun olmanın getirdiği tüm
ayrıcalıklardan yararlanırdı. Bense çoğu kez bunun altında ezilirdim. O her
şeyi bilir, çok akıllıdır, bir sözü iki edilmez, bana gelince küçük, şirin,
komik... Bize ailede herkesin bakışı böyleydi. Gerçekten Ulya çok becerikliydi.
Küçük yaşta pasta yapar, dikiş diker, örgü örerdi. Benim böyle becerilerim
yoktu. Onun her zaman önde olmasını, bana yol göstermesini doğal olarak
benimsemiştim, ama buyurganlığına dayanamazdım. İşte o zaman kavga başlardı.
Okula gitmemiş olmamızın kişiliğimizdeki olumlu/olumsuz etkileri hakkında bir
şey söylemek olanaksız. Gitmedik ne oldu, biliyorum, ama gitseydik ne olurdu
bunu kestirmek zor. Lise sınavlarına dışardan girdik ve üniversiteye başladık.
Mesleklerimizi babam önceden saptamıştı. Ulya mimar olacak, çünkü küçük
yaşlarda oynadığımız tahta yapı taşlarıyla “harika” evler yapıyor. Bana gelince
ne olacağım belli değil. Yaşım ilerleyip piyanoda Ulya’yı geçince bana da
piyanistlik yakıştırıldı. Bu yönlendirme iyi sonuç vermedi. Ulya Güzel Sanatlar
Akademi’sinin mimari bölümünü bitirince babama bir ev yaptı ve bir daha
mimarlığın sözünü etmedi. Zürih’te üniversitede mimari tarihi üzerine
olağanüstü iyi bir doktora yaptı ve İslam mimarisi üzerine yayınlar yapmaya
başladı. Ben piyanist olamayacağımı anlayınca büyük bir hayal kırıklığı
yaşadım. Çok şansım varmış ki o yıllarda evleneceğim adama rastladım ve
evlendim. Böylece annemle babamın gözünde Ulya’dan yine geri kalmış oldum.Benim
evlenmeme ses çıkartmamalarına karşın, hoşlanmadıklarını biliyorum. Ne çare?
Ben bildiğimi okudum ve çok mutlu bir evliliğim oldu.
Bu
açıklamalarından sonra çocukluk yaşamımdaki ilk karşılaşmalarımla kitabıma
başlıyorum.
MUHSİN
ERTUĞRUL
Muhsin Beyi
tanıdığımda 7/8 yaşlarındaydım. Annemin çevirilerinin sahnelenmesiMuhsin
Ertuğrul’la aralarında dostluk başlamasına neden olmuştu.Her yenibir misafirle karşılaşma
Ulya ile benim için heyecan vericiydi. Önce onu iyice izler sonra değerlendirme
yaparak not verirdik. Ölçütümüz çocuklarla iletişimdi. Notlar 10 üzerindendi. Duruma
göre 0 alan bile olurdu.Muhsin Bey tiyatro oyuncusu Neyire Neyir’le evliydi. İlk
karşılaşma bizde bir akşamyemeğinde oldu. Not vermek için fazla izlemeye gerek
kalmadı. Daha ilk anda ikisi de 10 aldı. Güler yüzlü, sevecen, bizleri adam
yerine koyarak ciddi konuşan kişiler. Nasıl iyi not verilmez? Tıpkı annemle,
babamla olduğu gibi, biz çocuklarla da dostluk kurulmuştu. Muhsin Beyin bu yanı
yaşlandıktan sonra bile değişmedi. Kızım Zehra ile de hemen dost olmuşlardı,
sonra da oğlum Osman’la. İkisi de onu çok severdi. Babamın ölümünden sonra Muhsin
Bey annemi hiç yalnız bırakmadı. Annemden sonra da dostluğumuz onun ölümüne
kadar sürdü.
Onlar bize
sık sık gelirlerdi. Biz Şişlide oturuyorduk, Şişli, camisinin arka yöresinde. O
yıllardabom boş bir arazi. Bizim evden bakınca uzaktan Fransız hastanesiLape
görünürdü. Onların evi Mecidiye köyündeydi. Mecidiye köyü denilen yeriçinde
yapı olmayan çok büyük dut ağaçlarıyla dolu ağaçlık bir alan...Bahçe içinde tek
tük evler var. Bir gün onlar bizi yemeğe çağırdılar. Ağaçlar arasından yürüyerek bahçe içinde iki
katlı küçük bir eve girdik. Çok şaşırdım. Böyle bir ev hiç görmemiştim. Alışık
olduğum döşeme biçimi pencerelerde kat kat perdeler, kanepe, koltuk, büfe,
duvarlarda ya aile fotoğrafları ya da tablo dedikleri resimlerle tıklım tıklım
dolu odalar. Oysa bu ne kadar değişik?Kanepe yerine kerevet. Üzerinde kilim
motifli minderler, önünde yemek masası, karşı duvarda ocak.Tavana asılı mısır,
kırmızıbiber ve bilmediğim başka otlar. “Ne güzel, köy evi gibi döşenmiş”
dediler büyükler. Demek köy evi böyle olurmuş. Alt katta karşılıklı iki oda
var. Biri oturma, biri de çalışma odası. Çalışma odası kitap dolu. Annem çok
okuyan biri olduğu halde bizim evde böyle çok kitap yok. Buna da şaşırıyorum.
Bu kadar çok kitap nasıl okunur?
Çok önemli
bir tiyatro adamıymış. Çok kitap okurmuş. Çok dil bilirmiş Rusça bile bilirmiş.Bir
süre Rusya’da bulunmuş. Bizim piyano hocamız bir Rus Hanımdı. Ondan söz
edilirken beyaz Ruslardan denirdi. Bazen de sokakta kıvrılmış yatan bir adam
görürdüm. Zavallı adam, Rusya’dan kaçtıktan sonra demek burada iş bulamamış
diye büyükler aralarında konuşurlardı. Bunların hiç birine aklım ermezdi. Ama
benlearkadaş gibi konuşan Muhsin Beyin böylesine bilgili olması, Rusya’yı bile
yakından bilmesi beni çok etkilemişti.
Muhsin Beyin
Türk Tiyatrosuna katkısını zaman içinde öğrenecektim. Genellikle bizi her oyuna
götürürlerdi. Fazla bir şey anlamasam, bilgim kulaktan dolma olsa bile
tiyatronun ne olduğunu küçük yaşta öğrenmiştim. Büyüdükçe aklım ermeye
başlıyor, sahnelenen oyunu anlıyor ve Muhsin Beyin, kendi oynuyorsa oyunculuğu
ya da sahnelemesi üzerinde büyüklerle konuşabiliyordum.
Bu arada tiyatroyla
ve Muhsin Beyle ilgili çok canımı sıkan bir olay yaşadım. Muhsin Beyin bana
yaptığı bir muziplik. Bunu muziplik diye mi yaptı, yoksa iyi niyetle mi bilmiyorum.
Ben ilk anda annemle Muhsin Bey birlik olup bana oyun oynadılar sandım. Benim
ona olan büyük saygım ve sevgim soru sormamı engelledi.Olay şu: Muhsin Bey
Almanya’dan tiyatro oyunları getirtmiş. Aralarından birkaç vodvil seçerek
anneme okuması için vermiş. Annem aralarından en beğendiğini çevirecek. Ben o
sırada gripten yatıyorum. Çok içim sıkılıyor. Ateşim biraz düşünce annem bu
kitapları bana veriyor, oku ve seç diyor. Ben artık çocuk sayılmam 15’ime
gelmişim, rahatlıkla Almanca okuyabiliyorum.
Okudum, seçtim anneme verdim, o da baktıktan sonra en çok benim
seçtiğimi beğenmiş. Çevirip Muhsin Beye vermiş. Verirken de benim seçimim
olduğunu söylemiş. Oyun sahnelenecek, afiş hazırlanmış. Muhsin Beyler bize
geliyorlar. Annem beni çağırıyor, odaya girdiğim anda Muhsin Bey elinde tuttuğu
koskoca bir afişi açıp karşımda duruyor.
Neeeeee? Çeviren
“Nazan Göknil”.Kocaman puntolarla yazılmış. Odada herkes memnun,gülerek benim
tepkimi bekliyor. Tavan başıma indi. Kekeleyerek
“ben
çevirmedim ki...” diyebildim.
“Olsun, sen
seçtin”
Yapacak bir
şey yok. İş işten geçmiş. Sustum. Sevinmiş rolü oynamaya çalıştım. Becerebildiğimi
hiç sanmıyorum. Sonradan tabii anneme çok söylendim. O kesinlikle kendisinin
haberi olmadığını, Muhsin Beyin beni sevindirmek için yapmış olabileceğini
söyledi.Ne ki, çevirmen rolünü üniversite yıllarında da kabullenmem gerekti ve
kendimi hep sahtekâr gibi duydum.
Muhsin Beyin
evine ikinci gidişim Neyyire Hanımın ölümünden sonra taziye ziyaretiydi. Ulya
ile beraber gitmiştik. Bizim, tek başımıza ona gitmemiz hoşuna gitmişti. Bizi
hemen salıvermemiş, uzun uzun konuşmuştu bizimle. Anımsadığım kadar Tepebaşında bir apartmanda
küçük bir dairede oturuyordu. Neyyire Hanımın ölümü onu çok sarsmıştı.
Keyifsizdi, iyi görünmüyordu. İzin isteyip kalktığımızda çalışma odasının
duvarına, yazı masasının karşısına astığı büyük bir boy resmine dikkatimizi
çekti. Bu beyazlar içinde bir Ophelia resmiydi. Ressamın da oyuncunun da kim
olduğunu bize söylemiş miydi anımsamıyorum. Sanatçıyı Neyyire Hanıma benzettiği
için resmi astığını söyledi. Gerçi Neyyire Hanım Ophelia’yı değil kraliçeyi
oynamıştı, amayüzü gerçekten tıpkı ona benziyordu. Hamlet’i ilk Şehir
Tiyatrosunda görmüştüm. Sonraları hem tiyatro, hem opera olarak çok Hamlet
izlediğim halde, Muhsin BeyinHamlet’i hiç gözümün önünden gitmez. Belki ilk
izleyişim olduğu için çok etkilenmiştim. Oysa oyun çok olumsuz eleştiriler
almış, Muhsin Bey kızıp ağır yanıtlar vermiş mahkemelik olmuşlardı.Bu konuya
daha sonra döneceğim.
*
Uzun süre
yollarımız kesişmedi Muhsin Beyle. O Ankara’ya gitti. Ben arada evlendim, farklı
bir çevrem oldu. Sonra o tekrar İstanbul’a yerleşti.Babamın ölümünden sonrabir
süre annemle birlikte oturduk.Daha önce söylediğim gibi dost elini annemden hiç
çekmemişti. Bize sık sık geliyordu. Sonra 27 Mayıs olayları yaşandı. Eşim
Mazhar İpşiroğlu 147 kişiyle birlikte üniversiteden atıldı. Biz Almanya’ya
gittik. Döndüğümüzde artık annemle birlikte oturmuyorduk. O Handan Hanımla
evlenmişti. Handan Hanım opera sanatçısıymış, çok güzel sesi varmış, sonra
sesini kaybetmiş. Annem onu Ankara’dan tanıyor ve çok seviyordu. Biz yeni
tanışmıştık, ama o kadar cana yakındı ki, çabucak onunla da kaynaştık. Muhsin
Beyin ölümüne kadargörüşmeyi sürdürdük. Ortak dostlarımızHaldun ve Demet
Taner’le birlikte unutulmaz akşamlar yaşadık.
Bugün geriye
baktığımda Muhsin Beyin daha okulda başlayan tiyatro merakının nasıl tutkuya
dönüştüğünü, kendini yetiştirmek için ne büyük çaba harcamış olduğunu anlıyorum.
Paris, Berlin daha sonra Rusya... Oralarda tanıştığı, tiyatro tarihine geçmiş
isimler, Meyerhold, Eisenstein gibidöneminde
çığır açmış tiyatrocular, sinemacılar... Onları yinelemek yoluna gitmeyip,
aldığı etkileri eleyerek özümsemesi... Ülkemize çağdaş tiyatro anlayışını
getirmesi... Bunun yerleşmesi için bıkıp
usanmadan çalışması... Bütün bunlar az insanda bulunan güzel şeyler. Ama ben
Muhsin Beyde, hayatta çok önemsediğim başka bir şey daha görüyorum: sevgi ve
inancın birleşmesi. İnsanı sevme ve bitmemişliğine, değişe bilirliğine
inanması. Bu bağlamda kendini de sürekli geliştirdiğini görüyoruz. İyi de, hiç
kusuru yok muydu? İnsan olur da kusursuz olabilir mi? Elbette onun da vardı.
Benim görebildiğim kadarıyla geçimsizdi. Yeni bir tiyatro anlayışını getirerek
geleneksel temaşa sanatını kırmış, tiyatroyu sevdirmekle kültür yaşamımızda
çığır açmıştı. Bugün ülkenin her yerinde devlet, şehir ve özel tiyatrolar var.
Bunları ona borçluyuz. Çocuklara tiyatro dünyasını da o açtı. Şimdi pek çok
okulda yaratıcı drama çalışmaları yapılmakta, öğrenciler çalışmalarının
sonucunda ortaya çıkarttıkları oyunu sahnelemekteler. Muhsin Bey çok
duyarlıydı. En azından okur/yazar çevrede bu hizmetlerinin anlaşılmasını
bekliyordu. “Bizde tiyatro var mı ki?” gibi aşağılamalara, tutarsız
eleştirilere kızıyor, ağır yanıtlar veriyordu. Biyografisine baktığımızda onun
geçimsizliğini anlamak zor değil. Ayrıca ben de bizimle yaşanan bir olayı
hatırlıyorum. Bir ara bizden kendini geri çekti. Annem nedenini bir türlü
anlayamıyor, çok üzülüyordu. Bize tiyatro çevresinden gelen çoktu. Birisi bir
dedikodu yapmış olabilirdi. Sonra nasıl olduysa düzeldi. Sağlam dostluklar
kolay bozulmuyor. Yazımın başında da söylediğim gibi, babamın ölümünden sonra
annemi hiç yalnız bırakmadı Muhsin Bey.
Yorumlar
Yorum Gönder