SANATLARARASI ETKİLEŞİM ÜSTÜNE BİR SÖYLEŞİ (Nazan İpşiroğlu ve Zehra İpşiroğlu, Esintiler

 

SANATLARARASI ETKİLEŞİM  ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ  (Nazan ve Zehra İpşiroğlu, Esintile

                                          Kitap fuarında, ortak kitaplarımız

Annemle bu söyleşiyi ALIMLAMA dizimizi çıkartırken yapmıştım.  Sanatta Alımlamayı annem yazmıştı. Bu dizide çıkan Alımlama kitapları : Sanatta Alımlama ;Edebiyatta Alımlama;Tiyatroda Alımlama





Alımlama nedir, sanatın çeşitli alanlarında nasıl gelişiyor?

 

Z. İ. – Alımlamada tiyatrodan farklı olarak sanat ve edebiyatın ortak özelliği nedir? Dilersen önce bu konu üstünde duralım. Bu alanlarda alımlama do­lay­sız bir bi­çim­de ge­liş­iyor. Alım­la­yan re­sim­le ya da ya­zın­sal me­tin­le ara­da hiçbir ara­cı ol­ma­dan do­lay­sız bir ile­ti­şi­me gi­re­bi­li­yor. Oy­sa ti­yat­ro­da sah­ne­le­me ara­cı­lı­ğıy­la do­lay­lı bir alım­la­ma söz ko­nu­su. Alım­la­manın alım­lan­ma­sı. Bu­ müzik ve sinema için de geçerli . Bü­tün bu fark­lı di­sip­lin­le­rin or­tak özel­li­ği re­sim­de ya da ya­zın­da ol­du­ğu gi­bi do­lay­sız bir alım­la­ma­ya izin ver­me­me­le­ri. Bu bağ­lam­da ilk aşa­ma­da ti­yat­ro ile mü­zik alım­la­ma­sı üze­rin­de du­ra­bi­lir­dik. Bu fark­lı di­sip­lin­ler­de or­tak olan ve ay­rı­lan nok­ta­lar ne­ler ve bu alım­la­ma aşa­ma­sın­da ne gi­bi so­nuç­la­ra yol açı­yor?

Essen Üniversitesi'nde Forum Tiyatrosu izliyoruz.


N. İ. - Mü­zi­ği bü­tün sa­nat­lar­dan ayı­ran bel­ki de en önem­li ya­nı, ses­len­dir­me­ye bağ­lı ol­ma­sı. Ti­yat­ro öy­le de­ğil, ge­nel­lik­le ya­zın­sal bir met­ne da­ya­nı­yor. Alım­la­yan bir ti­yat­ro oyu­nu­nu sah­ne­de gör­me­se de ona oku­ma yo­luy­la ula­şa­bi­lir. Mü­zi­ğe ge­lin­ce ses­len­di­ril­me­di­ği sü­re­ce alım­la­ya­na ulaş­ma­sı ola­nak­sız. Do­ğal ola­rak şöy­le de di­ye­bi­lir­sin, ti­yat­ro­da na­sıl bir me­tin ya da me­tin ta­sa­rı­mı var­sa, mü­zik­te de no­ta­lar var. Ne var ki, ti­yat­ro oyu­nu, eğer ya­zın­sal bir met­ne da­ya­nı­yor­sa o me­tin doğ­ru­dan oku­nup alım­la­na­bi­lir. Mü­zi­ği no­ta­dan oku­mak­sa bir uz­man­lık işi. An­cak mü­zik eği­ti­mi al­mış bi­ri bu­nu ya­pa­bi­lir. He­le bir par­tis­yo­nu oku­mak... Bu­nun için ba­sit bir mü­zik eği­ti­mi de ye­ter­li de­ğil, mü­zik oku­lun­da şef­lik eği­ti­mi al­mış ol­mak ge­re­kir. Ya­ni her­ke­sin ya­pa­ca­ğı bir şey de­ğil. Bu ya­nıy­la mü­zi­ğin ger­çek­li­ği bi­le tar­tış­ma ko­nu­su ol­muş. Va­ro­lu­şu ses­len­di­ril­me­ye bağ­lı ol­du­ğu­na, ses­len­di­ril­me­di­ği sü­re­ce or­ta­da ol­ma­dı­ğı­na gö­re var­lı­ğı ne ka­dar ger­çek di­ye bir tar­tış­ma ol­muş­tu. Her ney­se bu bi­zim ko­nu­mu­zun dı­şın­da ka­lı­yor.

Z. İ. - Mü­zik­le ti­yat­ro ara­sın­da­ki ayı­rı­mı be­lir­le­ye­bil­mek için çok te­mel bir nok­ta­ya par­mak bas­tı­ğı­nı dü­şü­nü­yo­rum. Bu ki­tap­ta da ele alınan alım­la­ma ör­nek­le­riy­le sah­ne­de­ki gös­ter­ge­ler bir bir çö­züm­len­dik­ten son­ra, ya­ni bel­li bir alım­la­ma sü­re­cin­den son­ra, oyu­nun baş­lan­gıç ya da olu­şum aşa­ma­sı­na de­ğin uza­nı­lı­yor. Bu aşa­ma­da yö­net­me­nin, dra­ma­tur­gun ve oyun­cu­la­rın sah­ne­le­me­yi amaç­la­dık­la­rı oyun met­ni­ni na­sıl alım­la­dık­la­rı, na­sıl bir dü­şün­sel ta­sa­rım­dan yo­la çık­tık­la­rı, kı­sa­ca met­ne na­sıl bir yo­rum ge­tir­dik­le­ri önem ka­za­nı­yor. Bu bü­tü­nüy­le me­tin­den ba­ğım­sız bir ça­lış­ma, da­ha­sı yal­nız­ca bir gön­der­me ya da çe­şit­li me­tin­ler­le oluş­tu­ru­lan bir ko­laj ya da sözün geri plana itildiği ya da hiç olmadığı bir oyun    bi­le ol­sa de­ğiş­mi­yor. Yö­net­men met­ni ters­yüz ede­bi­lir, met­ne kar­şı bir oku­ma ge­liş­ti­re­bi­lir, ama bu­ra­da her şe­kil­de bir alım­la­ma söz­ ko­nu­su. Ve iz­le­yi­ci ola­rak bu­nun ne ol­du­ğu­nu be­nim gö­re­bil­mem ge­re­ki­yor. Bu açı­dan ti­yat­ro iz­le­yi­ci­si ne ka­dar bi­linç­li bir iz­le­yi­ciy­se, iz­le­di­ği oyu­nu ta­nı­yor­sa, ya­ni oku­muş ve üze­rin­de dü­şün­müş­se alım­la­ma­sı da o ka­dar ko­lay­la­şa­cak­tır. Öte yan­dan bel­li bir ön­bi­ri­ki­min sah­ne alım­la­ma­sı­nı ke­sin­ti­ye uğ­rat­ma teh­li­ke­si de yok de­ğil... Bu teh­li­ke­yi özel­lik­le ti­yat­ro eleş­tir­men­le­rin­de gö­rü­yo­ruz. Bel­li bir ön ­bi­ri­ki­mi olan eleş­tir­me­nin sah­ne­le­me­de ken­di ka­fa­sın­da­ki­ni, ya­ni ara­dı­ğı­nı bu­la­ma­yın­ca düş kı­rık­lı­ğı­na uğ­ra­ma­sı... Bu­nun yan­lış ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum, çün­kü so­nuç­ta ben­den ba­ğım­sız bir sah­ne ya­pı­tı var kar­şım­da ve be­nim gö­re­vim bu­nu an­la­ma­ya ça­lış­mak. Ney­se bu da­ha çok eleş­ti­ri ala­nı­nın ko­nu­su...

Essen Üniversitesi'nde resim alımlaması üstüne seminer

N. İ. - Yi­ne çok önem­li ol­du­ğu­nu dü­şün­dü­ğüm bir fark, ti­yat­ro­nunsa­de­ce sah­ne­le­me açı­sın­dan de­ğil, salt me­tin ola­rak date­me­lin­de gör­sel­li­ğin yat­ma­sı. Met­ni okur­ken alım­la­yan is­ter is­te­mez bü­tün sah­ne­yi gö­zü­nün önün­de can­lan­dı­rır, me­tin onu bu doğ­rul­tu­da yön­len­di­rir. Me­tin­siz ti­yat­ro­ya ge­lin­ce o za­ten doğ­ru­dan gör­sel­li­ğe da­ya­nı­yor. Mü­zik­tey­seprog­ram­lı ya da betim­le­yi­ci bir mü­zik bi­le ol­sa– an­la­tım di­li, ses, tı­nı ve rit­me da­ya­nı­yor ya­ni so­yut bir te­mel üze­ri­ne ku­ru­lu, gör­sel­lik­le bü­tün­le­şe­bi­le­cek so­mut söz­cük­ler­den yok­sun. Do­ğal ki bu­ra­da mü­zik der­ken çal­gı­sal mü­zik­ten söz edi­yo­rum. Üze­rin­de dur­mak is­te­di­ğim bir baş­ka nok­ta da­ha var. Mü­zik is­ter yaz­ılı ol­sun, is­ter ol­ma­sın alım­la­ya­na ulaş­ma­sı için ses­len­di­ril­me­si ge­re­ki­yor. Ay­nı şey ti­yat­ro için de ge­çer­li, is­ter dans ti­yat­ro­su ol­sun, is­ter her­han­gi bir per­for­mans, bi­zim onu alım­la­ya­bil­me­miz için sa­nat­çı­la­rın bi­ze bir gös­te­ri sun­ma­la­rı ge­re­ki­yor. Bu du­rum­da şöy­le bir şey söy­le­ne­bi­lir mi? Ti­yat­ro­da me­tin, alım­la­ma açı­sın­dan öne­mi­ni yi­tir­di­ği oran­da ken­di sı­nır­la­rı­nı aşı­yor ve mü­zi­ğe yak­la­şı­yor.

Z. İ. - Bel­ki şu­nu söy­le­ye­bi­li­riz. Ti­yat­ro­da da mü­zik­te de mal­ze­me in­san. So­nuç­ta kar­şı­mız­da mü­zi­ği ses­len­di­ren ya da bel­li bir ro­lü can­lan­dı­ran in­san­lar var. Mü­zik­te operada olduğu gibi doğ­ru­dan in­san se­si söz ko­nu­suy­sa bu da­ha da be­lir­gin­le­şi­yor, öy­le de­ğil mi?

 

Aslında müzikle tiyatroda ortak olan  bir art ar­da­lık söz­ ko­nu­su, alımla­ma bel­li bir za­man sü­re­si için­de olu­şu­yor.

N. İ. - Evet her iki sa­nat da za­man­sal. Ama ben ön­ce sa­nat­la­rın sı­nır­la­r a­şı­rı­lı­ğı üze­rin­de dur­mak is­ti­yo­rum. Ama da­ha ön­ce az ön­ce kul­lan­dı­ğın ‘mal­ze­me’ de­yi­mi­ne açık­lık ge­ti­re­lim. Ben ti­yat­ro­da ol­sun mü­zik­te ol­sun in­san için mal­ze­me de­ğil, bu sa­nat­la­rın nes­ne­si de­me­yi yeğ­li­yo­rum. Çün­kü in­san bu­ra­da bi­ze bir şey sun­ma ko­nu­mun­da. Ör­nek ola­rak ge­tir­di­ğin vo­kal mü­zik­te mal­ze­me ger­çi in­san se­si ama yi­ne de ses, el­le tu­tu­la­ma­yan, göz­le gö­rü­le­me­yen dal­ga­lar. İn­sa­nı mal­ze­me ola­rak kul­la­nan sa­nat dans ti­yat­ro­su ya da de­ği­şik per­for­mans­lar. Ora­da be­den ha­re­ket­le­ri doğ­ru­dan bir an­la­tım ara­cı ola­rak kar­şı­mı­za çı­kı­yor. Az ön­ce met­nin öne­mi­ni yi­tir­di­ği oran­da mü­zi­ğe yak­laş­tı­ğı­nı dü­şün­dü­ğü­mü söy­le­miş­tim. Met­nin büs­bü­tün or­ta­dan kalk­ma­sıy­la ti­yat­ro­nun an­la­tım di­li­nin yıl­lar yı­lı da­yan­mış ol­du­ğu te­mel çö­kü­yor ve bu te­mel­le bir­lik­te onu des­tek­le­yi­ci ya da açık­la­yı­cı bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri de... Bu­nun ye­ri­ni baş­ka sa­nat­la­rın bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri alı­yor. Baş­ka de­yiş­le ti­yat­ro sa­na­tı ken­di sı­nır­la­rı­nı aşı­yor. Ör­ne­ğin sah­ne ta­sa­rı­mı­nın ben­zet­me­ci ti­yat­ro­yu te­mel alan sah­ne­le­me­de bel­li bir at­mos­fer ya­rat­ma doğ­rul­tu­sun­da bir iş­le­vi var­ken ye­ni sah­ne­le­me­ler­de oyun­cu­lar bom­boş bir sah­ne­de ya da ko­nu­ya gön­der­me ya­pan bir­kaç rekvi­zi­tin yer al­dı­ğı bir sah­ne­de oy­na­ya­bi­li­yor­lar.

Z. İ. - Se­nin söy­le­di­ğin ger­çe­ğe ben­zer bir dün­ya ya­rat­ma­yı amaç­la­yan ya­nıl­sa­ma ti­yat­ro­su­nun tü­ken­miş ol­ma­sı­na bağ­lı. Gü­nü­müz­de sah­ne­le­me an­la­yı­şı ti­yat­ro­nun tüm öğe­le­ri­ne ay­nı de­re­ce­de önem ve­ren bü­tün­cül bir ti­yat­ro an­la­yı­şı­na da­ya­nı­yor. Bu me­tin­li ti­yat­ro ola­bi­lir ya da dans ti­yat­ro­su, per­for­mans gi­bi me­tin­siz ti­yat­ro ola­bi­lir, fark et­mez. Amaç met­ne hiz­met et­mek de­ğil, me­tin­den yo­la çı­ka­rak ser­best bir yo­rum­la­ma, uyar­la­ma ki­mi kez gön­der­me­ye yol aç­ma. Böy­le olun­ca sah­ne­le­me­de­ki tüm öğe­le­rin ben­zet­me­ci ti­yat­ro an­la­yı­şın­da­ki kul­la­nı­mın­dan fark­lı bir bi­çim­de kul­la­nıl­dı­ğı­nı gö­rü­yo­ruz. Bu da ti­yat­ro­yu se­nin söy­le­di­ğin gi­bi di­ğer sa­nat­la­ra da­ha yak­laş­tı­rı­yor. Söz­ge­li­mi Kont Öder­land oyu­nun­da ka­rı ko­ca ara­sın­da­ki sev­gi­siz­lik, ile­ti­şim­siz­lik, ya­ban­cı­laş­ma sah­ne ta­sa­rı­mın­da ha­va ala­nı im­ge­siy­le gös­te­ri­li­yor. Oyun­da ya­tak oda­sın­da ge­çen bir sah­ne bir ha­va ala­nı­nın ano­nim at­mos­fe­ri­ne taş­ını­yor. Şim­di ay­nı sah­ne ben­zet­me­ci bir ti­yat­ro an­la­yı­şıy­la yo­rum­lan­sa, ya­tak odasında bir­bi­riy­le si­nir­li si­nir­li ko­nu­şan bir çift gös­te­ri­lir.Ya­ni söy­le­mek is­te­di­ğim bu­ra­da sah­ne ta­sa­rı­mı­nın bir im­ge­ye, bir res­me dö­nü­şe­rek ba­ğım­sız­lık ka­zan­ma­sı ve oyu­nun dü­şün­sel ta­sa­rı­mı­na bir kat­kı­da bu­lun­ma­sı. Ay­nı şe­yi yi­ne bu ki­tap­ta yer alan Danton’un Ölü­mü oyu­nu­nun yo­ru­mu için de söy­le­ye­bi­li­rim. Danton’un çö­kü­şü, tü­ke­ni­şi sah­ne ta­sa­rı­mın­da ça­mur­la­ra gö­mül­me, bat­ma sah­ne­siy­le ve­ri­li­yor­du. Bu yo­rum­lar­da sah­ne ta­sa­rı­mı­nın bu ka­dar ağır­lık ka­zan­ma­sı, ti­yat­ro­yu bir yer­de gör­sel sa­nat­la­ra yak­laş­tır­mı­yor mu?

N. İ. - Evet, sah­ne ta­sa­rı­mın­da im­ge­nin bi­çim­len­dir­me öğe­si ola­rak kul­la­nıl­ma­sı ya­nıl­sa­ma­cı­lı­ğın ge­çer­li­ği­ni yi­tir­me­sin­den kay­nak­la­nı­yor. Ama bu, sı­nır­la­rın aşıl­ma­sı bağ­la­mın­da se­nin de vur­gu­la­dı­ğın gi­bi oyu­nun dü­şün­sel ta­sa­rı­mı­na, ya­ni yo­ru­mu­na bir kat­kı. Baş­ka de­yiş­le bir ar­tı. Oyu­nun ile­ti­si in­san­la­rın me­ka­nik­leş­miş so­ğuk bir dün­ya­da ken­di­le­ri­ne ve bir­bir­le­ri­ne ya­ban­cı­laş­mış ol­ma­la­rı. Bu sah­ne ta­sa­rı­mıy­la ile­ti çok gü­zel di­le ge­li­yor, ama bel­ki baş­ka tür­lü de ta­sar­la­na­bi­lir­di ve yi­ne gü­zel olabi­lir­di. Söy­le­mek is­te­di­ğim şu: bir me­tin var ve bu me­tin­le bir he­sap­laş­ma var. Bu he­sap­laş­ma fark­lı sah­ne yo­rum­la­rı­na yol aça­bi­lir. Ör­ne­ğin Köln’­de bir­lik­te iz­le­di­ği­miz Otel­lo’­yu dü­şü­ne­lim.  (Otel­lo, Köln Sc­ha­us­pi­el­ha­us 2002) Tüm oyun su­yun için­de ge­çi­yor­du. Su bu sah­ne­le­me­de ada­yı, sı­nır­lan­mış­lı­ğı, bo­ğul­ma­yı ve yok ol­ma­yı sim­ge­li­yor­du. Yo­rum­da oyu­nun bil­dik ile­ti­si için­de Otel­lo’­nun ya­ban­cı ol­du­ğu için ken­di­ni dış­lan­mış duy­ma­sı, Des­de­mo­na’nın onun tut­ku­lu aş­kı­na ve kıs­kanç­lı­ğı­na sev­gi ve se­ve­cen­lik­le kar­şı­lık ver­me­si özel­lik­le vur­gu­la­nı­yor­du. Şim­di bu­ra­da so­ru­yo­rum. Oyu­nun su için­de geç­me­si­nin bun­la­ra ne ka­dar kat­kı­sı ol­du? Oyu­nun yo­rum­da ağır­lı­ğı olan tüm bo­yut­la­rı­nı kap­sa­mış mıy­dı? Ben sı­nır­lar a­şı­rı­lı­ğı der­ken, baş­ka sa­nat­la­rın bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri­nin, tıp­kı ti­yat­ro di­li­nin ‘ol­maz­sa ol­maz’ de­di­ği­miz bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri gi­bi oyu­nun yo­ru­mu­na sin­di­ril­me­si­ni kas­tet­tim.

Z. İ. - Ya­ni sa­nı­rım çı­kış nok­tan şu: Sah­ne­le­me­de kul­la­nı­lan tüm öğe­ler sah­ne ta­sa­rı­mı, dans, mü­zik vb. oyu­nun yo­ru­mun­da ol­maz­sa ol­maz di­ye­bi­le­ce­ği­miz bir te­mel mi oluş­tu­ru­yor, yok­sa se­nin de­yi­min­le bir ar­tı mı? Ba­na gö­re Dan­ton’un Ölü­mü ya da Kont Öder­land’­da sah­ne ta­sa­rım­la­rı yo­ru­ma iyi­ce sin­di­ril­miş­ti. Kont Öder­land’­da ha­va ala­nı im­ge­siy­le in­san­la­rın sü­rek­li ha­re­ket için­de ol­duk­la­rı, bir­bir­le­ri­ni ta­nı­ma­dık­la­rı ano­nim ve so­ğuk bir dün­ya gös­te­ri­li­yor­du ki, bu ben­ce sah­ne yo­ru­muy­la bi­re­bir ör­tü­şü­yor­du. Ya­ni baş­ka bir sah­ne ta­sa­rı­mı ya­pıl­say­dı bu yo­rum böy­le­si be­lir­gin ol­maz­dı. Ay­nı şe­kil­de Danton’­da ça­mur­lar hem Dan­ton’un çö­kü­şü­nün bir gös­ter­ge­si ola­rak kul­la­nı­lı­yor­du, hem de tüm dev­rim ha­re­ke­ti­nin yer­le bir olu­şu­nu sim­ge­li­yor­du. Bir ide­alin ça­mur­lar için­de, pis­lik için­de yok ol­ma­sı... Oyu­nun ba­şın­da­ki dans sah­ne­si de, oyun­cu­la­rın bir­den sah­ne­ye esen buz gi­bi bir rüz­ga­rın et­ki­siy­le ora­dan ora­ya sav­rul­ma­la­rı da dev­ri­min na­sıl do­ğa­üs­tü bir güç, ya­ni ken­di ba­şı­na bir güç ka­za­na­rak in­san­la­rı ora­dan ora­ya sa­vur­du­ğu­nu sim­ge­li­yor­du. Ya­ni bu sah­ne­le­me­de de bu yo­rum bu sah­ne ta­sa­rı­mı­nı ve bu dan­sı ge­rek­ti­ri­yor­du. Bu­na kar­şı­lık, Otel­lo’­da se­nin de söy­le­di­ğin gi­bi su sim­ge­si gü­zel bir bu­luş ol­mak­la be­ra­ber yo­ru­mun bü­tü­nü­ne ye­te­rin­ce sin­di­ril­me­miş­ti. Pe­ka­la baş­ka bir sah­ne ta­sa­rı­mı da ola­bi­lir­di oyu­nun yo­ru­mu ge­ne de de­ğiş­me­ye­cek­ti. Şim­di ak­lı­ma da­ha da be­lir­gin bir ör­nek ge­li­yor. Dost­lar Ti­yat­ro­su’nda sa­vaş kar­şı­tı çe­şit­li me­tin­ler­le söz­ge­li­mi Na­zım Hikmet’in, Brecht’in şi­ir­le­riy­le oluş­tu­ru­lan Ya­şa­sın Sa­vaş oyu­nun­da (Yö­net­men: Gen­co Er­kal, İs­tan­bul 2002) Zey­nep Tanbay’ın iş­ken­ce­yi ve acı­yı di­le ge­ti­ren ve çok et­ki­le­yi­ci olan dans­la­rı oyu­nun dü­şün­sel ta­sa­rı­mı­na olum­lu bir kat­kı­da bu­lu­nu­yor­du. Ama ge­ne de dans sah­ne­le­ri­nin oyu­nun kur­gu­sal bü­tü­nlü­ğü­ne iyi­ce sin­di­ril­miş ol­du­ğu söy­le­ne­mez. Çün­kü so­nuç­ta ol­sa da olur ol­ma­sa da olur, oyu­nun yo­ru­mun­da ge­ne de de­ği­şen bir şey ol­maz. Böy­le ol­du­ğu için de birçok gös­te­ri­de, ör­ne­ğin tur­ne­ler­de dans sah­ne­si­nin ol­ma­ma­sı kim­se­yi ya­dır­gat­ma­dı.

N. İ. - Bel­ki şöy­le bir ayı­rım doğ­ru ola­bi­lir. Ti­yat­ro ye­ni bir an­la­tım di­li ya­ra­tır­ken baş­ka sa­nat­la­rın bi­çim­len­dir­me öğe­le­rin­den ya­rar­la­nı­yor, ken­di sı­nır­la­rı­nı zor­lu­yor. Bu ki­mi kez yal­nız­ca bir ar­tı ola­rak ka­lı­yor ki­mi kez sah­ne yo­ru­mu­nun te­me­li­ni oluş­tu­ru­yor. Şim­di be­nim üze­rin­de dur­mak is­te­di­ğim baş­ka bir şey, ya­ban­cı öğe­le­rin doğ­ru­dan oyu­nun do­ku­su­nu oluş­tur­ma­sı. Bu ben­ce şim­di­ye de­ğin üze­rin­de dur­duk­la­rı­mız­dan da­ha fark­lı. Bu­na ör­nek ola­rak bir­lik­te iz­le­di­ği­miz dört Mac­beth oyu­nu­nu alı­yo­rum. Bun­lar­dan il­ki ge­le­nek­sel bir sah­ne­le­mey­di (Işıl Ka­sa­poğ­lu, 1994, İs­tan­bul). Yö­net­men oyu­nun bir bo­yu­tu­na, şid­de­te ağır­lık ver­miş­ti. Bu­nu kan dök­mey­le an­la­tı­yor­du. Tam de­yi­miy­le kan göv­de­yi gö­tü­rü­yor­du, oyun bo­yun­ca sah­ne kan gö­lü­ne dö­nüş­müş­tü. Alı­şı­la­ge­len ti­yat­ro di­li­nin dı­şı­na çı­kılma­mış­tı, ya­dır­ga­tan, ‘bu da ne­si’ de­dir­ten hiçbir öğe yok­tu. Bu açı­dan ye­ni­lik ge­tir­me­yen bir sah­ne­le­mey­di. İkin­ci sah­ne­le­me­de de şid­det bo­yu­tu ağır­lık­tay­dı (Mü­nih Öz­gür Ti­yat­ro­su, İs­tan­bul Ti­yat­ro Fes­ti­va­li, 1992). Ama kan gi­bi alı­şıl­mış bir sim­ge de­ğil, gör­sel ve işit­sel di­ye­bi­le­ce­ğim de­ği­şik bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri kul­la­nıl­mış­tı. Çe­ki­le­rek sah­ne­ye ge­ti­ri­lip gö­tü­rü­len te­ker­lek­li bir de­mir konst­rük­si­yon var­dı. Şid­det, ezi­yet, iş­ken­ce bu konst­rük­siyo­nun için­de ve çev­re­sin­de­ki ha­re­ket­ler­le, dav­ra­nış­lar­la di­le ge­ti­ri­li­yor­du. İşit­sel de­di­ğim bi­çim­len­dir­me öğe­siy­se mü­zik di­lin­den alın­may­dı. Sa­nat­çı­lar me­tin­den bir tüm­ce­yi de­ği­şik vur­gu­lar­la, de­ği­şik ri­tim­ler­le yi­ne­le­ye­rek şid­de­te gön­der­me ya­pı­yor­lar­dı. Bu­ra­da oyu­na alı­şıl­ma­dık ye­ni bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri gir­miş­ti. İz­le­yi­ci­nin, yö­net­me­nin alım­la­ma­sı­nı çö­züm­­ler­ken, ti­yat­ro di­li­ne baş­ka sa­nat­lar­dan ak­ta­rı­lan bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri üze­rin­de de dü­şün­me­si ge­re­ki­yor­du. Ya­ni bu­ra­da sah­ne­le­me­de kul­la­nı­lan tüm öğe­ler bü­tü­nüy­le sah­ne yo­ru­mu­na sin­di­ril­miş­ti ve iz­le­yi­ci­den et­kin bir ka­tı­lım bek­li­yor­du. Üçün­cü Mac­beth’i ge­ne Ulus­la­ra­ra­sı İs­tan­bul Ti­yat­ro Fes­ti­va­li’nde bir­lik­te iz­le­miş­tik (The­ater an der Ruhr, 1993). Bu oyun­da ko­nuş­ma­lar tıp­kı mü­zik­te ol­du­ğu gi­bi pi­ano ve for­te­ler­le, hız­lı ve ağır ri­tim­ler­le ne­şe­li ve hü­zün­lü ton­lar­da bi­çim­len­di­ril­miş­ti. Alım­la­ma sü­re­cinin ilk aşa­ma­sın­da oyun­cu­la­rın ko­nu­şur­ken ses­le­ri­ni za­man za­man aşı­rı kıs­ma­la­rı, son­ra bir­den yük­selt­me­le­ri, ba­ğır­ma­ya baş­la­ma­la­rı ön­ce be­ni ya­dır­gat­mış­tı, ama oyu­nu iz­ler­ken bu­nun oyu­nun do­ku­su­nun içi­ne na­sıl sin­di­ril­di­ği­ni gör­me­ye ve bağ­lan­tı­la­rı kur­ma­ya baş­la­dım. Köln Ti­yat­ro Fes­ti­va­li’n­de iz­le­di­ği­miz, se­nin ki­ta­bı­na da al­dı­ğın

 

Mac­beth Frag, unsex me he­re (Otel­lo, Köln Sc­ha­us­pi­el­ha­u)s, 2002gös­te­ri­si­ne ge­lin­ce iş­te bu sah­ne­le­me ben­ce di­ğer­le­ri­n­den de fark­lı. Çün­kü bu­ra­da ya­ban­cı öğe­ler doğ­ru­dan oyu­nun do­ku­su­nu oluş­tur­muş­tu. Bir ke­re me­tin ol­du­ğu gi­bi alın­ma­mış­tı, par­ça­lan­mış ve ye­ni­den kur­gu­lan­mış­tı. Sen bu oyu­nun kur­gu­sun­da­ki ve sah­ne­len­me­sin­de­ki özel­lik­le­ri ki­ta­bın­da çok açık bi­çim­de an­la­tı­yor­sun. Ben bu­na sa­de­ce şu­nu ek­le­mek is­ti­yo­rum, sah­ne­le­me­ye gi­ren birçok alı­şıl­dık, alı­şıl­ma­dık öğe (te­le­viz­yon ek­ra­nı, vi­deo, mik­ro­fon, mü­zik ya­pan, ye­ri­ne gö­re ko­nuş­ma­la­ra ka­tı­lan ya da ölü Ban­co ro­lü­ne gi­ren DJ.) oyu­nun do­ku­su­nu oluş­tu­ru­yor­du. Baş­ka de­yiş­le kur­gu­nun oluş­tu­rul­ma­sın­da bun­la­ra te­mel iş­lev­ler yük­len­miş­ti.

Z. İ. - Se­nin de az ön­ce vur­gu­la­dı­ğın gi­bi sı­nır­la­ra­şı­rı­lık ya­zın­sal met­nin bü­tü­nüy­le ge­ri pla­na itil­me­si, par­ça­la­nıp ye­ni­den kur­gu­lan­ma­sı ya da yok edil­me­siy­le bir­lik­te olu­şu­yor. Bu sa­nı­rım de­ney­sel tür­de ya­pı­ bo­zum­cu (de­konst­ruk­tif) oyun­lar­da ya da bü­tü­nüy­le per­for­mans tü­rü me­tin­siz oyun­lar­da da­ha da be­lir­gin­le­şi­yor. Söz­ge­li­mi gü­cü­nü di­ğer sa­nat­lar­dan alan me­tin­siz ti­yat­ro­ya Kum­pan­ya Ti­yat­ro­su­’nun son yıl­lar­da sah­ne­le­dik­le­ri Can­la­nan Me­kân, Kim O? gi­bi oyun­la­rı­nı ör­nek ge­ti­re­bi­li­riz. Doğ­ru­dan me­kân­dan, ya­ni sah­ne ta­sa­rı­mın­dan esin­le­ne­rek do­ğaç­la­ma ça­lış­ma­la­rıy­la olu­şan Can­la­nan Me­kân’­da alı­şıl­dık alı­şıl­ma­dık, sı­ra­dan şa­şır­tı­cı, do­ğal ya­pay çe­şit­li gö­rün­tü­le­rin, bi­çim­le­rin, renk­le­rin, ses­le­rin can­lan­dı­rıl­dı­ğı di­na­mik bir de­vi­nim ve ses ko­la­jı ya­pıl­mış­tı. Ya da Kim O?’da dış me­kân, ya­ni so­kak­ta­ki ya­şam da, so­kak­tan ge­len gü­rül­tü­ler vb. oyu­nun do­ku­su­na sin­di­ril­miş­ti. Ama bu ki­tap­ta seç­ti­ğim ör­nek­ler da­ha fark­lı. Dik­kat eder­sen ço­ğu sah­ne­le­me­de, met­nin ge­ri pla­na itil­di­ği ya da mal­ze­me ola­rak kul­la­nıl­dı­ğı ama her şe­kil­de var­lı­ğını ko­ru­du­ğu oyun­lar­da bi­le sah­ne ta­sa­rı­mı, mü­zik ve di­ğer öğe­ler hep oyu­nun dü­şün­sel ta­sa­rı­mı­nı des­tek­le­mek ama­cıy­la kul­la­nı­lı­yor­lar. Ya­ni ken­di baş­la­rı­na ba­ğım­sız­lık ka­zan­mış­lar ama do­ku­nun için­de de­ğil­ler. Bu tür oyun­lar­da özel­lik­le gör­sel sa­nat­la­rın et­ki­si dev­re­ye gi­ri­yor. Di­lin öte­sin­de olan, di­lin sı­nır­la­rı­nı aşan ye­ni bir dil oluş­tu­ru­lu­yor çün­kü. İm­ge di­li... Sah­ne­le­me­de re­sim­le­rin, im­ge­le­rin böy­le­si­ne ağır­lık ka­zan­ma­sı bel­ki de iç dün­yanın, duy­gu­la­rın, ça­ğrı­şım­la­rın, düş­le­rin sah­ne düz­le­min­de so­mut­laştı­rıl­ma­sıy­la bi­re­bir ge­li­şi­yor... Ya­nıl­sa­ma­cı ti­yat­ro­da ken­di­ni olay­la­rın akı­şı­na kap­tı­ran iz­le­yi­ci, bu­ra­da şa­şır­tı­cı, he­ye­can­lan­dı­rı­cı, dü­şün­dü­rü­cü bir im­ge­ler di­zi­siy­le kar­şı­la­şı­yor.

N. İ. - İm­ge di­li ya­ban­cı öğe­le­rin do­ku­ya sin­di­ril­di­ği oyun­lar­da ben­ce çok çar­pı­cı bir bi­çim­de or­ta­ya çı­kı­yor. Bu bağ­lam­da baş­ka ör­nek­ler de ge­ti­ri­le­bi­lir, ör­ne­ğin 1999 yı­lın­da Is­tan­bul Ti­yat­ro Fes­ti­va­li’n­de ser­gi­le­nen iki Fa­ust sah­ne­le­me­sin­den sö­z e­debi­li­rim.. Her iki­sin­de de ya­pı­ sö­küm ve ye­ni­den kur­gu­la­ma söz ko­nu­suy­du. Bun­lar­dan bi­ri Po­lon­ya­lı yö­net­men Wisniewski’nin sah­ne­le­di­ği Fa­ust (Düs­sel­dorf Ti­yat­ro­su, Al­man­ya). Bu­ra­da da alı­şıl­dık, alı­şıl­ma­dık tüm bi­çim­len­dir­me öğe­le­ri kur­gu­nun do­ku­su­nu oluş­tu­ru­yor­du. Go­et­he’­nin Fa­ust’u­nun iki bö­lü­mü kı­sal­tı­la­rak ve sı­ra­sı al­tüst edi­le­rek bir­leş­ti­ril­miş, İn­cil­den ve Höl­derlin’den alın­tı­lar ek­le­ne­rek ye­ni bir me­tin oluş­tu­rul­muş­tu. Faust’un ile­ti­si (Tan­rı’­nın var­lı­ğı­nı sor­gu­la­ma, bil­gi­nin sı­nır­la­rı­nı zor­la­ma, ru­hu­nu şey­ta­na sat­ma...) üze­ri­ne ku­ru­lan ye­ni met­nin ana iz­le­ği, cen­net­ten dün­ya yo­luy­la ce­hen­ne­me doğ­ru, de­ği­şik ri­tim ve tem­po­lar­la yü­rü­yüş­tü. Bu sah­ne­le­me­de re­sim, mü­zik ve ti­yat­ro­da gö­rü­le­bi­le­cek ne­re­dey­se her şey bir ara­ya gel­miş ve bü­tün­leş­miş­ti (in­san, kuk­la, pal­ya­ço, gro­tesk fi­gür­ler, ca­dı, şey­tan, me­lek, er­miş, ölü ...). Kul­la­nı­lan her bir öğe­nin bir te­mel iş­le­vi var­dı ve kur­gu­nun bir bo­yu­tu­nu vur­gu­lu­yor­du. Ör­ne­ğin sık sık yi­ne­le­nen bir mo­tif olan, bir res­mi­ge­çit ha­va­sı için­de cen­net­ten ce­hen­ne­me doğ­ru yü­rü­yü­şe eş­lik eden mü­zi­ğin za­man za­man hı­zı­nın de­ğiş­me­si za­man za­man bir­den­bi­re dur­ma­sı oyu­nun re­sim­sel bo­yu­tu­nu vur­gu­lu­yor­du. Yü­rü­yüş dur­du­ğu an­da bir re­sim olu­şu­yor­du sah­ne­de. Yö­net­men, ken­di­siy­le ya­pı­lan bir söy­le­şi­de tıp­kı bir te­ma­dan et­ki­le­nen res­sam gi­bi ça­lış­tı­ğı­nı söy­lü­yor, ya­rat­tı­ğı fan­tas­tik fi­gür­ler­le Bosch’­dan Go­ya’­ya, Ensor’a... de­ği­şik sa­nat­çı­la­rın re­sim­le­ri­ni çağ­rış­tı­ran yüz­ler ve re­sim­ler çi­zi­yor­du. Öte­ki gös­te­ri, F@ust Sü­rüm 3.0 (La Fu­ra Dels Ba­us Ka­ta­lan top­lu­lu­ğu, yö­net­men­ler Alex Ol­le ve Car­los Pad­ris­sa). Bu top­lu­lu­ğun özel­li­ği ya­zı­lı me­tin kul­lan­ma­yıp sah­ne­le­dik­le­ri oyun­la­rın bir tür hap­pe­ning ol­ma­sı, yük­sek ses­li mü­zik ve tek­no­lo­ji­den ya­rar­la­na­rak ken­di­le­ri­ne öz­gü bir ti­yat­ro di­li ya­rat­mış­lar. Bu oyun­da ilk kez me­tin­den yo­la çık­mış­lar, ama sah­ne­le­me­ye te­mel olan met­nin bir bo­yu­tu. Yö­net­men­ler­le ya­pı­lan rö­por­taj­da, çı­kış nok­ta­la­rı­nın ara­yış, bu­la­ma­yış, ye­ni­den ara­yış ol­du­ğu­nu söy­lü­yor­lar (Ra­di­kal, 19 Ma­yıs 1999). Ya­ni bir tür dön­güsel sü­rek­li­lik. Bu açı­dan ba­kın­ca oyun bu­gün ya­zıt­mış­ça­sı­na gün­cel­lik ka­za­nı­yor. Fa­ust’un ara­yı­şı bu­gü­ne ta­şı­nır­sa, el­bet­te işin içi­ne tek­no­lo­ji gi­re­cek ve gir­miş­ti de. Öy­le ki tüm sah­ne dev bir bil­gi­sa­yar ek­ra­nı­na dö­nüş­müş­tü. Açı­lıp ka­pa­nan ışık­lar bir ya da bir­kaç im­ge­yi bir­den ay­dın­la­tı­yor­du ve oyun­cu­lar bu sa­nal dün­ya­nın için­de do­la­şı­yor­lar­dı. Ya­ni bu kez ta­rih­ten esin­le­nen tab­lo­lar­la de­ğil, gü­nü­müz sa­na­tın­da ol­du­ğu gi­bi elekt­ro­nik araç­lar­la üre­ti­len im­ge­ler­le ti­yat­ro­nun sı­nır­la­rı aşıl­mış­tı.(Faust, Düsseldorfer Schauspielhaus, Yönetmen: Janouz Wiesniewski, 1999)

Z. İ. - Tek­no­lo­ji­den ya­rar­lan­ma, vi­deo, fi­lim, bil­gi­sa­yar, te­le­viz­yon vb. ti­yat­ro­ya ya­ban­cı olan öğe­le­rin oyu­nun do­ku­su­na sin­di­ril­me­si ge­ne bu­gü­nün sah­ne­le­me an­la­yı­şı­nın bir uzan­tı­sı. As­lın­da bu tür de­ney­sel oyun­la­rın Ulus­la­ra­ra­sı İs­tan­bul Ti­yat­ro Fes­ti­va­li sa­ye­sin­de bi­zim iz­le­yi­ci­mi­ze de ar­tık hiç de ya­ban­cı ol­ma­dı­ğı söy­le­ne­bi­lir. Ay­rı­ca az ön­ce de

de­ğin­di­ğim gi­bi son yıl­lar­da biz­de de sah­ne­le­me ala­nın­da ye­ni ara­yış­lar baş­la­dı. Bun­la­rın için­den ki­mi öy­kün­me düz­le­min­de ka­lır­ken, ki­mi­nin de çok öz­gün ça­lış­ma­lar ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Bu açı­dan sınır­la­ra­şı­rı­lı­ğa bi­zim ti­yat­ro­muz­dan da çe­şit­li ör­nek­ler ge­ti­ri­le­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nü­yo­rum. Ben bu bağ­lam­da en son iz­le­di­ğim oyun­la­rın için­den Şa­hi­ka Te­kand’ın sah­ne­le­di­ği Ödi­pus Ne­re­de oyu­nu üze­rin­de dur­mak is­ti­yor­dum. Bu oyun­da Ödi­pus met­ni tıp­kı Fa­ust’­da ya da Mac. Frag’­da ol­du­ğu gi­bi ya­pımsö­küm­le par­ça­lan­mış, so­ma il­ginç bir sah­ne ta­sa­rı­mın­dan yo­la çı­ka­rak ye­ni­den kur­gu­lan­mış­tı. Sah­ne ta­sa­rı­mın­da­ki üç kat­lı ve her kat­ta dört ku­tu­dan olu­şan küp bi­çi­min­de bir çe­lik konst­ruksi­yon in­sa­nın yal­nız­lı­ğı­nı, sı­kış­tırıl­mış­lı­ğını vur­gu­lu­yor­du. Ay­rı­ca özel bir ışık­lan­dır­ma dü­ze­ni var­dı. Işık­lan­dır­ma­da tek tek ku­tu­la­rın bir ritm için­de, bel­li ara­lık­lar­la ya­nıp sön­me­siy­le ka­ran­lık­tan ay­dın­lı­ğa ya da ay­dın­lık­tan ka­ran­lı­ğa ge­çiş­le­rinin al­tı çi­zi­le­rek in­sa­nın iç­ dün­yas­ına, hu­zur­suz­lu­ğu­na, ara­yı­şı­na, umut­suz­lu­ğu­na gön­der­me ya­pı­yor­du. Oyun­cu­la­rın kib­rit ku­tu­su gi­bi ku­tu­ların için­de sı­kış­tı­rıl­ma­la­rı ken­di dar dün­ya­la­rı­nı aşa­ma­ma­la­rı­nı vur­gu­lu­yor­du. Mo­no­log bi­çi­min­de ge­li­şen ko­nuş­ma­lar da çe­lik konst­ruks­yo­nun en alt ka­tın­da­ki küp­le­re yer­leş­ti­ril­miş olan ko­ro­nun se­siy­le bir bü­tün­lük oluş­tu­ru­yor­du. Ki­mi kez umut­suz­lu­ğu ve ça­re­siz­li­ği, ki­mi kez ya­kın­ma­yı di­le ge­ti­ren tek tek ses­ler yer yer ko­ro­nun se­siy­le ka­rı­şı­yor­du. Böy­le­ce mo­no­lo­ğa dö­nü­şen bir oyun­cu­luk, tut­sak­lı­ğı sim­ge­le­yen bir sah­ne ta­sa­rı­mı, hiç bit­me­yen bir iç hu­zur­suz­lu­ğu ve ara­yı­şı ve ya­şam­da­ki ka­ran­lık ve ay­dın­lık an­la­rı sim­ge­le­yen bir ışık­lan­dır­ma ile Ödipus bü­tün­cül bir sah­ne gös­te­ri­si­ne dö­nüş­müş­tü. Ya­ni bu­ra­da sah­ne ta­sa­rı­mı, ışık­lan­dır­ma, oyun­cu­luk ve ko­ro­nun kul­la­nı­mı oyu­nun do­ku­sal bü­tün­lü­ğü­nü oluş­tu­ru­yor­du. Bu tür bü­tün­cül bir sah­ne­le­me an­la­yı­şı­nı ser­gi­le­yen oyun­lar­da dik­ka­ti çe­ken sah­ne met­ni­nin ge­nel­lik­le oyu­nun olu­şum sü­re­ci için­de or­ta­ya çık­ma­sı ve ne­re­dey­se bir par­tis­yon ni­te­li­ği ta­şı­ma­sı. Böy­le ol­du­ğu için de me­tin ço­ğu kez iz­le­yi­ci­nin eli­ne ulaş­mı­yor bi­le. Bu­nu az ön­ce sö­zü­nü et­ti­ğim Kum­pan­ya’­nın ya da Bil­sak’ın oyun­la­rın­da da gö­re­bi­li­yo­ruz. Bu tür gös­te­ri­ler­de önem­li et­ken de son yıl­lar­da sık­lık­la tek­no­lo­jik ol­gu­la­rın özel­lik­le de vi­de­onun, te­le­viz­yo­nun da oyu­nun do­ku­su­na sin­di­ril­me­si. Söz­ge­li­mi te­le­viz­yon ek­ra­nı­nı an­dı­ran cam bir ku­tu­nun için­de ge­çen Ha­ri­ta­dan Nak­len Yayın’­da (Yö­net­men: Ke­rem Kur­toğ­lu) in­san se­si­nin ye­ri­ni play­back­le­rin al­ma­sı oyu­nun ile­ti­siy­le in­sa­nın ben’­li­ği­ni yi­tir­miş ol­ma­sı bi­re­bir ör­tü­şü­yor­du.. Ya da kim­lik parça­lan­ma­sı­nı­n sü­rek­li rol de­ği­şi­miy­le ser­gi­len­di­ği Sah­te Kimlik­ler’­de oyun­cu­la­rın gö­rün­tü­le­ri­ni dev pa­no­lar­da yan­sı­tan fo­toğ­raf­lar sah­ne­de­ki gö­rün­tü­le­riy­le tu­haf bir kar­şıt­lık ya­ra­tı­yor­du. Ko­nuş­ma­mız­da ti­yat­ro­da sı­nır­la­ra­şı­rı­lı­ğa ya da di­sip­lin­le­rara­sı et­ki­le­şi­me iliş­kin gün­de­me ge­len tüm bu so­run­la­rın ye­ni bir ça­lış­ma­ya yol aça­ca­ğı­nı umu­yo­rum. Ni­te­kim alım­la­ma di­zi­mi­zin da­ha ta­sa­rım aşa­ma­sın­da söz­süz ti­yat­ro ve dans ti­yat­ro­su­nun da bu di­zi­de baş­lı ba­şı­na bir araş­tır­ma ko­nu­su ola­rak yer al­ma­sı ge­rek­ti­ği ko­nu­sun­da gö­rüş bir­li­ği­ne var­mış­tık. Şim­di baş­ka bir ko­nu­ya da­ha de­ğin­mek is­ti­yo­rum. Ko­nuş­ma­mız­da hep gü­nü­müz ti­yat­ro an­la­yı­şı­nın ya­zı­nın et­ki­sin­den kur­tu­la­rak ken­di kim­li­ği­ni bir kez bul­duk­tan son­ra, sı­nır­la­rı­nı gi­de­rek na­sıl da­ha da zor­la­dı­ğı, di­sip­lin­le­ra­ra­sı et­ki­le­şi­min ti­yat­ro­yu na­sıl be­lir­le­di­ği üze­rin­de dur­duk. Gör­sel sa­nat­la­rın, mü­zi­ğin, med­ya­nın ti­yat­ro­yu gi­de­rek et­ki­si al­tı­na al­ma­sı... Do­ğal ola­rak bu­nun ter­si de söz­ ko­nu­su. Ya­ni ti­yat­ro­nun di­ğer sa­nat­lar üze­rin­de­ki et­ki­si. Gör­sel sa­nat­la­rın, mü­zi­ğin gi­de­rek ti­yat­ro­laş­ma­sı. Bi­raz da bu­nun üze­rin­de du­ra­lım.

N. İ. - Bel­ki sah­ne­le­me için söy­le­dik­le­ri­miz mü­zik için de ge­çer­li ola­bi­lir, ya­ni şöy­le bir ayı­rım ya­pı­la­bi­lir: Mü­zi­ğin bir sah­ne­le­me için­de ses­len­di­ril­me­si, sah­ne­le­me­nin mü­zi­ğin ya­pı­sı­na sin­di­ril­me­si, mü­zi­ğin doğ­ru­dan ti­yat­ro­laş­ması. So­nun­cu­su­nun sa­de­ce çağ­daş mü­zik için ge­çer­li ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. He­men şu­nu söy­le­ye­yim ki bu­nu ge­nel­le­mi­yo­rum. Böy­le ola­bi­lir de­mek is­ti­yo­rum.

Z. İ. - Bun­la­ra ör­nek ve­re­bi­lir mi­sin?

N. İ. - Ör­ne­ğin, ba­rok mü­zi­ği ki­mi za­man fes­ti­val­ler­de es­ki şa­to­lar­da ses­len­di­ri­li­yor ve ses­len­di­ren­ler o dö­ne­min giy­si­le­ri­ni gi­yip, pe­ruk ta­kı­yor­lar. Çal­gı­la­rı es­ki çal­gı­lar, yo­rum­ları da ‘as­lı­na uy­gun.’ Bu de­yi­min de be­ni çok ya­dır­gat­tı­ğı­nı söy­le­ye­bi­li­rim. Ne den­li ‘as­lı­na uy­gun’ olur­sa ol­sun, baş­ka de­yiş­le ya­zı­lı ola­na bağ­lı ka­la­rak yo­rum­la­nır­sa yo­rum­lan­sın, on­lar bu ça­ğın in­san­la­rı. Dü­şün­ce bi­çi­mi­miz, ba­kış açı­mız, yo­ru­mu­muz ya­şa­dı­ğı­mız çağ­dan so­yut­la­na­bi­lir mi? Ka­pan­mış bir dö­nem don­durul­muş­ça­sı­na ye­ni­den ya­şa­tı­la­bi­lir mi? Bu­nun tam kar­şı­tı­nı Pe­ki­nel kar­deş­le­rin bir­kaç yıl ön­ce çı­kart­tık­la­rı Ta­ke Bach al­bü­mün­de gör­dük. On­lar bu ça­ğın in­sa­nı ola­rak Bach’a yak­la­şı­yor­lar ve Bach’ın mü­zi­ğin­de­ki rit­mik öğe­le­rin te­me­li üze­rin­de Bach’ı caz­laş­tı­rı­yor­lar. CD’nin ba­şı­na bir klip ek­len­miş: bir dans sah­ne­si, ya­rı ka­ran­lık­ta, ko­yu renk­ler için­de ge­lip ge­çen at­lar, in­san­lar... Tam bir sah­ne­le­me. Bu­nun ses­len­di­ri­len mü­zik­le ne den­li bağ­lan­tı­lı ol­du­ğu ko­nu­muz dı­şın­da ka­lı­yor. Bir baş­ka sah­ne­le­me ör­ne­ği ola­rak Ac­him Fre­yer’in Bach’ın İsa’­nın ya­şa­mı­nı an­la­tan Er­miş Ma­ta pas­yo­nu gös­te­ri­le­bi­lir. Ki­li­se­de ses­len­di­ril­mek üze­re bes­te­le­nen bu ya­pıt, 19. yüz­yı­lın ilk yarı­sın­da kon­ser sa­lon­la­rı­na ta­şı­nı­yor. Or­kest­ra­nın önün­de so­list­ler, ar­ka­sın­da ko­ro, alı­şı­la­ge­len bir dü­zen­le din­le­yi­ci­ye su­nu­lu­yor ve bu yıl­lar­la böy­le sü­rüp gi­der­ken 20.yüz­yı­lın son­la­rın­da sah­ne ta­sa­rım­cı­sı Fre­yer bu pas­yon için so­yut bir de­kor ve ses­len­di­ren­le­re so­yut giy­si­ler çi­zi­yor ve pas­yon böy­le ses­len­di­ri­li­yor. Bu ses­len­di­ril­me­de de mü­zik­te bir de­ği­şik­lik yok. Bu­na kar­şı­lık mü­zi­ği de de­ğiş­ti­re­rek tam bir dram ya­ra­tan bir ör­nek Sc­hubert’in Kış Yol­cu­lu­ğu ad­lı li­ed di­zi­siy­le ya­pıl­mış. Li­ed’­le­re, vur­ma çal­gı­lar ve akor­de­on­lar­la de­ği­şik ef­ekt­ler ya­ra­tan ye­ni bir eş­lik ya­zıl­mış (Hans Zen­der, Sc­hu­bert’s Winterreise, A Compo­sed In­ter­preta­ti­on). Da­ha şar­kı­lar baş­la­ma­dan uzak­tan kar­da yü­rü­yen bi­ri­nin ayak ses­le­ri du­yu­lu­yor. Ses­ler gi­de­rek ya­kın­la­şı­yor, du­rak­lı­yor, ye­ni­den baş­lı­yor. Eş­lik şar­kı­la­rın söz­le­ri­ne gö­re ki­mi za­man duy­gu­sal, ki­mi za­man dra­ma­tik... Şar­kı­cı­nın yo­ru­mu da çok te­at­ral, ör­ne­ğin ez­gi du­ru­yor bir­kaç söz­cük ko­nu­şur gi­bi, ha­fif ya da ye­ri­ne gö­re ba­ğır­ma­ya dö­nü­şe­rek söy­le­ni­yor. Bu­ra­da bes­te­ci Sc­hu­bert’ in ya­pı­tı­nın bü­tü­nü boz­ma­dan ken­di yo­ru­muy­la ye­ni bir alım­la­ma bo­yu­tu ge­tir­miş. Çağ­daş mü­zik için söy­le­di­ği­me ge­lin­ce, ge­çen yıl ölen İtal­yan bes­te­ci Lu­ci­ano Beri­o’­nun A-Ron­ne ad­lı ya­pı­tı­nı ör­nek ve­re­bi­li­rim. Beş şar­kı­cı için ya­zıl­mış olan bu ya­pıt bir şi­irin ses­len­diril­me­si, ama alı­şıla­gel­di­ği gi­bi bel­li bir ez­giy­le ya da ez­gi­ler­le de­ğil, doğ­ru­dan söz­cük­le­rin söy­len­mesiy­le, on­la­rın he­ce­le­re, harf­le­re ay­rıl­ma­sıy­la ve yi­ne­le­nen, cüm­le­ler­le... Par­ça­da söz­cük­ler de­ği­şik dil­ler­de yi­ne­le­ni­yor. Yo­rum­cu­lar tek ba­şı­na iki­li, üç­lü ya da hep­si bir ara­da mi­mik­ler­le, jest­ler­le hep ay­nı söz­cük­le­ri de­ği­şik bi­çim­ler­de ve de­ği­şik ruh hal­le­ri için­de (fı­sıl­tı gi­bi ya da ba­ğı­ra­rak, si­nir­li, alay­cı, ne­şe­li, ke­der­li, dü­şün­ce­li, du­yar­lı...) söy­le­ye­rek gün­cel ya­şam­da her an kar­şı­laş­tı­ğı­mız de­ği­şik du­rum­la­rı ser­gi­li­yor­lar, iz­le­yi­ci, çar­şı­da pa­zar­da, ai­le için­de, ki­li­se­de rast­la­dı­ğı du­rum­la­rın, dav­ra­nış bi­çim­le­ri­nin bir ko­la­jı­nı gö­rü­yor ve du­yu­yor. Bu­na ti­yat­ro de­ni­le­bi­le­ce­ği gi­bi ses­sel re­sim de de­ni­le­bi­lir. İÖ yüz­yıl so­nu İtal­yan mad­ri­gal­le­rin­de (Mon­te­ver­di) ol­du­ğu gi­bi bir ses­sel re­sim çi­zi­yor bes­te­ci. An­cak onun ama­cı fark­lı: Ya­zı­lı bir me­tin­le bu met­nin işit­sel­leş­ti­ril­me­si ara­sın­da­ki iliş­ki­yi, bun­la­rın et­ki­le­şi­mi­ni de­ği­şik bi­çim­ler­de di­le ge­ti­ril­di­ğin­de na­sıl sü­rek­li bir an­lam de­ği­şik­li­ği­ne uğ­ra­dı­ğı­nı gös­ter­mek.

Z. İ. - As­lı­na ba­kar­san gü­nü­müz sa­nat an­la­yı­şı­nı be­lir­le­yen sı­nır- la­ra­şı­rı­lı­ğın, tüm sa­nat­la­rın bir­bi­ri­nin an­la­tım di­li­ni kul­la­na­rak iç i­çe gir­me ol­gu­su­nun, bu­gü­nün dü­şün­ce dün­ya­sı­nın ve ya­şam bi­çi­mi­nin te­me­li­ni oluş­tur­du­ğu söy­le­ne­bi­lir. Bu açı­dan ti­yat­ro- ya­şam iliş­ki­si­ni ye­ni­den göz­den ge­çi­re­cek olur­sak, şöy­le bir so­nuç or­ta­ya çık­mı­yor mu? Yüz­yıl­lar bo­yu ya­zı­nın et­ki­sin­de olan, ona hiz­met eden ti­yat­ro ger­çe­ğe bir ay­na tut­ma­yı amaç­lı­yor­du. Bu bağ­lam­da ti­yat­ro­yu ti­yat­ro ya­pan tüm öğe­ler de dil, gör­sel­lik, mü­zik ben­zet­me­ci bir ti­yat­ro an­la­yı­şı­nın hiz­me­tin­de kul­la­nı­lı­yor­du. Yir­min­ci yüz­yı­lın ba­şın­da ger­çe­ğe öy­kü­nen ya­nıl­sa­ma­cı ti­yat­ro an­la­yı­şı yı­kıl­dık­tan son­ra, ti­yat­ro ya­zı­nın et­ki­sin­den kur­tu­lu­yor ve ba­ğım­sız­lık ka­za­nı­yor.

Gü­cü­nü gör­sel sa­nat­lar­dan ala­rak ye­ni bir ger­çek ya­ra­tı­yor: Ti­yat­ro ger­çe­ği. Bu ger­çek ya­şam­la yo­ğun bir he­sap­laş­ma­yı di­le ge­ti­ri­yor ama hiç bir za­man ya­şa­ma öy­kün­mü­yor, onun ben­ze­ri bir dün­ya ya­rat­ma­ya ça­lış­mı­yor.

Ter­si­ne kur­ma­ca bir dün­ya ya­rat­tı­ğı­nın al­tı­nı çi­zi­yor ve bu dün­ya ara­cı­lı­ğıy­la ya­şa­dı­ğı­mız ger­çek­ler­le yo­ğun bir he­sap­laş­ma­ya gi­ri­yor. Bu açı­dan da va­ro­la­nı sor­gu­la­yan, de­şen, an­la­ma­ya ça­lı­şan eleş­ti­rel bir yak­la­şı­mı var.

 

Gü­nü­müz­de ise iler­le­yen tek­no­lo­jiy­le bir­lik­te ya­şam ti­yatro­laş­ma­ya baş­lı­yor. Öy­le ki ger­çek­le kur­ma­ca, ya­şam­la ti­yat­ro ara­sın­da­ki sı­nır kal­kı­yor, her şey sa­na­ta dö­nü­şü­yor, ti­yatro­la­şı­yor. Ne­yin ger­çek, ne­yin si­mu­las­yon ol­du­ğu­nun gi­de­rek be­lir­siz­leş­ti­ği, baş­ka de­ğiş­le ya­şa­mın ti­yat­ro­laş­tı­ğı bir or­tam­da ti­yat­ro da iş­le­vi­ni yi­ti­ri­yor mu, yok­sa fark­lı bir iş­le­vi mi ol­ma­sı ge­re­ki­yor? Sa­nı­rım ge­le­ce­ğin ti­yat­ro­su­nun he­sap­laş­ma­sı ge­re­ken en önem­li so­run bu nok­ta­da dü­ğüm­le­ni­yor. Ni­te­kim bu ki­tap­ta yer alan ki­mi sah­ne­le­me­de de bu so­ru­nun gün­de­me gel­di­ği­ni gö­rü­yo­ruz.

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

13.7.1923 BUGÜN ANNEMİN DOĞUM GÜNÜ

YAŞADIM DİYEBİLMEK İÇİN (Zehra İpşiroğlu)

KAYAKÖY ŞİİRİ (Gülsüm Cengiz, Esintiler)