SİHİRLİ FLÜT SAHNEDE (Nazan İpşiroğlu, Karşılaşmalar)
Nazan İpşiroğlu'nun son yıllarda çalıştığı Mozart ve Verdi'de İnsan kitabından bir kesit
Sihirli Flüt Sahnede
Cembalist Leyla Pınar ile birlikte
Sihirli Flüt'ün yazarı Schikaneder oyunu
kendi tiyatrosu için tasarlamıştı.
Papageno rolünü de kendisi oynayacaktı.
Schikaneder tiyatro adamıydı. Çok genç yaşta
bir gezgin tiyatro grubuna girmiş, orada bir süre çalışmıştı. Sonra oradan ayrılıp
kendi tiyatro grubunu kurarak büyük başarı kazanmıştı. Yazar, oyuncu, şarkıcı… Deyim yerindeyse bu
alanda on parmağı on marifet, halk tarafından çok sevilen ve tutulan bir
sanatçıydı. 1780’de artık tutunmuş ve genişlemiş olan trupuyla bir kış geçirmek
üzere Salzburg’a geldiğinde Mozart ailesiyle tanışmış, Mozart onun gerek
yazarlığından gerek oyunculuğundan çok etkilenmişti. Yıllar sonra Schickaneder
Viyana’ya yerleşecek, orada bir tiyatronun başına geçecek, kendi tiyatrosunda
oynanması için Sihirli Flüt’ü
yazacaktı. O yıllarda Viyana’da şehir içindeki saray operası ve tiyatrosundan
başka şehir dışında, ama yakın bir yerde iki önemli tiyatro daha vardı.
Schikaneder bunlardan birini üstlenmişti. Tiyatrosunda her çeşit oyunu
sahneliyor, baş rolleri kendisi oynuyordu. Çok iyi bir oyuncuydu. Her role
girebiliyordu. Bir yandan Hamlet’i oynuyor, öte yandan güldürülerde sahneye çıkabiliyordu.
Sihirli Flüt 30 Eylül 1791’de Theater an der
Wieden’de ilk kez sahnelendi. Orkestrayı üst üste iki gece Mozart yönetmişti.
Başarı olağanüstüydü. Oyun çok sevildi ve tuttu. Bir yıl içinde yüz kez
sahnelenmişti. Viyana’nın ardından Mannheim’da da sahnelendi. Ünü kısa sürede
yayıldı, yalnız Almanca konuşan ülkelerde değil, İtalya’da İspanya’da da opera
dağarına girdi.
Olumsuz eleştiriler yok değildi. Berlin’de yayımlanan bir müzik dergisinde (Berliner Musikalische Zeitung) “Moda Besteciler Hakkında” başlığıyla çıkan imzasız bir yazıda yazar, Mozart’ın deha olduğunu söylemekle birlikte, kötü müzikler de yazdığını, özellikle operalarında saçma sapan metinler kullandığını söylüyor; örnek olarak konunun temel taşlarından biri olan Pamina - Papageno düetini gösteriyor. Mozart’ın ölümünden iki yıl sonra yazılan yazının alaylı üslubundan öyle anlaşılıyor ki, Mozart’ın müziği çok seviliyor, konserlerde seslendiriliyor. Yazar adı geçen düet söylenirken hanımların nasıl kendilerinden geçip, başlarını iki yana sallayarak “bu saçma sapan sözleri” dinlediklerini sözlerine ekliyor. Genelde Berlinliler müzikteki yeniliklere hoşgörüyle bakmıyorlardı. “Mozartlaşma” (Gemozarte) diye bir deyim ortaya çıkmıştı. Mozart’ın getirdiği yenilikler, müziğindeki çok yanlılık, karşıtlıkların aynı parça içinde bir araya gelmesi vb. yadırganıyor, disiplinsizlik olarak algılanıyordu. Yazar yazısını “Sabır! Zaman gösterecek değerli olanı, kalıcı olanı” diye bitiriyor.[1] Yine Berlinli bir başka yazar, Mozart’ı Ch.W. Gluck’la karşılaştırıyor. “Mozart dahi, olağanüstü yaratıcılığına, buluşlarına, yeni fikirlerine diyecek yok. Gluck ise buluşları sınırlı, melodilerde yinelemeleri çok, ama operalarında Mozart’ta olduğu gibi hiçbir tutarsızlık bulunamaz”[2]. Berlinliler iyi karşılamamış olsalar bile Berlin’de pek çok sahnelendiği gibi, yalnız Almanca konuşan kentlerde değil başka Avrupa ülkelerinde de sahnelenmeye başlamıştı. Mozart’ın ilk biyografı Franz Xaver Niemetschek, 1798’de yayımladığı kitabında Mozart’ın yapıtlarından söz ederken “Almanya’da onu sahnelemeyen tiyatro var mı?” diyor.” O bizim milli oyunumuz. Başarısı eşsiz. Saray tiyatrosundan pazarlarda kurulan gezici sahnelere kadar her yerde… Viyana’da sadece bir yıl içinde yüzün üstünde sahnelendi.” [3]
İlgiçtir, aradan iki yüzyılı aşkın bir zaman geçmesine, bugünün bakış açısı, sanat anlayışı o döneme
göre çok değişmiş olmasına karşın Sihirli
Flüt’te tutarsızlıklar olduğunu söyleyen eleştirmenler hala çıkabiliyor.
Mozart’ın
Ardından…
Ölümünden bu yana Mozart üzerine pek çok yayın yapıldı. Aralarında
inceleme, araştırma, bilimsel çalışmaların yanı sıra deneme, roman, film,
video… her türlüsü var. Hele Sihirli Flüt
çizgi roman bile oldu. Özellikle 2007’de 250. Doğum yılı kutlamaları nedeniyle
sanat dünyasının ilgi odağıydı Mozart ve yapıtları. Yapıtlar yeniden gözden
geçirilip yayımlandı. Tüm operaları, yarım kalmış, rafa kaldırılmış olanlar
bile ortaya çıkarıldı, sahnelendi. Doğal ki, yorumlar kitaplarda da,
sahnelemelerde de birbirinden çok farklı. Yorumcunun alımlamasına göre
klasikten güncelliğe değişmekte. Çalgısal müzikte de öyle. Yayımlar arasında
Mozart araştırmalarına katkısı olan değerli yapıtların yanı sıra kötü edebiyat
olan da çok. Sahnelemeler de öyle. Bunu görmek için internette biraz dolaşıp
yazılan eleştirilere, sahnelemelerin resimlerine bakmak yeterli.
Mozart hakkında çıkan bütün yazılar arasında onun dehasının dışında ortak bir düşünceye varıldığı söylenemez. Bir yandan tutuculuk, öte yandan kıskançlık daha ilk yazılarda kendini belli etmeye başlamış. Ölümünün hemen ardından dedikodular başlamış. Zehirlendiği ileri sürülmüş çünkü cesedi şişmiş. Konstanze’ye yazdığı son mektuplarından birinde onu zehirlediklerinden kuşkulandığını söylüyor. Cesedin şişmesi ancak arsenik zehirlenmesiyle olacak bir şeymiş. Kim zehirlemiş olabilir? Salieri Mozart’ı kıskanıyordu, ölümünden bir gün önce onu ölüm döşeğinde ziyaret etmişti. O olamaz mıydı? Ona requiem ‘in siparişini veren kimdi? Adını neden gizledi? Konstanze nasıl hep gebe kalıyordu? Yoksa kocasını aldatıyor muydu? Böyle başlayan sorular giderek arttı. Varsayımlar çeşitlendi. Yukarıda adı geçen Niemetschek’in biyografisinin ardından Kontanze’nin ikinci eşi Niessen’in yazdığı biyografi geldi. Bu kitap için Konstanze’nin pek çok şeyin üstünü örttüğü, Mozart’ın kitaplarını yok ettiği, mektuplarında kimi satırları çizdiği söylenir. Niemetschek Mozart’ı, ailesini ve çevresini iyi tanıyordu. Bu bakımdan onun kitabı bir göz tanığı tarafından yazıldığı için elbette çok değerli. Ne var ki, Niemetschek’e de belgeler Konstanze tarafından verilmiş. O da kitapta çoğu belgeyi Konstanze’den aldığı için, gerçekliğine inanmadığı şeyleri kitabına almadığını yazıyor[4]. Babasının Mozart’a yazdığı mektupların çoğu kayıp. Kısaca güvenilir belge az. 19. Yüzyıl romantizminin kahraman kültü içinde yıllarla “harika çocuk” diye yüceltilmiş… Yüceltilmeyle de kalmamış mitleştirilmiş. Harika çocuk deyiminin Almanca karşılığı Wunderkind. Wunder mucize demek. Katolik çevre içinde belki de dinsel inançla farklı bir gözle bakılmış. Zaaflarının üstü örtülmüş. Onu her yanıyla tanıma olanağı veren mektupları bile belden aşağı açık saçık dilinden dolayı sansüre uğramış. (Tüm mektupları ilk kez 2005 Yılında yayımlanabildi.). Mozart’ı ele alan iki yayın, 1977’de çıkan Hildesheimer’in biyografisi ve Peter Shaffer’in dramı nihayet mit imgesini kırdı. 1945’de müzikbilimci Alfred Einstein’ın Mozart kitabı çıkmıştı. O Mozart’a nesnel yaklaşıyor kişiliğini ve yapıtlarını inceliyor kitabında. Başka deyişle bu çok ciddi çalışmayla mit imgesini kırdı. Önsözde amacının Mozart’ın yaşamını anlatmak değil, yıllarca süren Mozart çalışmalarını onu bilenler, yapıtlarını az çok tanıyan ve sevenlerle paylaşmak olduğunu söylüyor.[5] Hildesheimer’in çıkış noktası da miti yıkmak, onu insan olarak olumlu/olumsuz her yanıyla tanıtmak. Einstein’ın kitabı dar bir çevreye sesleniyor. Hildesheimer’in ki ise günümüzde çok kullanılan bir deyişle “Roman tadında” bir biyografi olduğu için çok tuttu, geniş çevrelerce çok okundu. Pek çok müziksever onun düşüncelerini benimsedi. Shaffer ise Salieri’nin bakış açısından Mozart’ı ele alarak Mozart’ı Salieri’nin zehirlediğini öne sürüyor. Bu olayı 1832’de Alexander Puşkin Mozart ve Salieri adlı bir perdelik bir oyunda dile getirmişti. Puşkin Salieri’nin ölümünün ardından bir gazetede onun ölüm döşeğinde Mozart’ı zehirlediğini itiraf ettiğini okuyunca çok etkilenerek bu oyunu yazmış. Oyun iki kişilik. Salieri’nin kendisiyle hesaplaşmasıyla başlıyor: Bütün yaşamını müziğe adamış, dünya nimetlerinden uzak yaşamakta. Mozart ise canlı, neşeli, karısı, çocukları, dostları… Yaşamın tam içinde… Küçük bir çocuk gibi yaşamın tadını çıkartmakta… Ve yaratıcılığı ondan kat kat üstün. Kıskançlık içini kemiriyor. Onu zehirlemeye karar veriyor. Dram Rusya’da o kadar etkili olmuş ki Rimskij-Korsakov 1897’de Puşkin’in metnini operalaştırmış (op. 48). Opera da beğenilmiş ve çok sahnelenmiş. Ancak bunlar da dar bir çevreye seslendiği için fazla yankısı olmamış. Olay zaten ispatlanmış değil. Bugün böyle olmadığı söyleniyor. Salieri’nin bunadığı biliniyor. Yaşamı süresince Mozart’ı kıskanmış, belki böyle bir şeyi içinden geçirmiş, bunayınca da bunu hayal etmiş olması olası deniliyor. 1955’de bir Mozart filmi yapıldı. Bu da pek yaygınlaşmadı. Shaffer’in oyununun 1984’de Milos Forman tarafından filme alınması büyük yankı uyandırdı. Anımsadığım kadarıyla filmde Mozart’ın çocuksu yanı özellikle vurgulanmış, Mozart neredeyse geri zekâlıya dönüştürülmüştü. Çok tutan bu filmin ardından çeşitli videolar da yapılmaya başlayınca anlar anlamaz herkesin Mozart hakkında fikir yürütmesine, eski deyişle “ahkâm kesme”sine yol açtı. Kişiliği bir yana, özellikle en çok açık alanı olan Sihirli Flüt üzerine pek çok fikir yürütüldü ve günümüzle bağlantı kurmak için akıl almaz yorumlarla sahnelendi. Ben çalışmamda yaklaşımlarını ilginç bulduğum birkaç yazarın, Hildesheimer, Perl, Asmann, Thomson ve Peter’in Mozart’a bakışlarına ve Sihirli Flüt yorumlarına yer verdim. Bunlar nerede aynı düşünceyi paylaşıyorlar, nerede farklılaşıyorlar?
Wolfgang
Hildesheimer
Hildesheimer, yukarıda söylediğim gibi Mozart’ın mitleştirilmesine
karşı. Hemen ölümünün ardından yazılan biyografilerde Mozart idealize edilmiş.
Mozart’ın kişiliğinin zayıf yanlarının hep üstü örtülmüş ve bu böyle
süregitmiş. Ancak 20. Yüzyılda yapılan araştırmalarla, yeni bulunan belgelerle
farklı bir durum ortaya çıkıyor. Babasına yazdığı mektuplarda ikircikli,
kendini hep gizlemiş. Kuzini Anna Thekla’ya yazdıkları erotik ve belden aşağı
şakalarla dolu. Yüzü portrelerinde hep güzelleştirilmiş. Oysa kısa boylu,
çelimsiz, renksiz, çiçek bozuğu. Son döneminde kumara düşkünlüğü artıyor, borca
batıyor.
Bunlar aslında bilinen, ama dile getirilmekten kaçınılan şeyler. Asıl
ilginç olan biyografinin dayandığı temel düşünce. Yazara göre Mozart’ın
yapıtları onun yaşam karşısındaki duruşunu ve yaşadığı ruhsal durumları
yansıtmıyor. Bilinçli/ bilinçsiz, sistemli bir biçimde kendini gizliyor.[6] Yazar bu tezini, Mozart’ın yapıtlarıyla, bunların
yazıldıkları dönemlerdeki yaşantılarını ayrıntılarıyla karşılaştırarak
ispatlamaya çalışıyor. Hildesheimer müzikolog değil, edebiyatçı. Bu bakımdan
müzikbilimcilere göre analizleri çok öznel, kriterleri belli değil. Yapıtları
neye göre değerlendirdiği anlaşılmıyor. Kitap bu açıdan Mozart uzmanlarının çok
tepkisini çekmiş olmasına karşın, çok okunmuş, müzikseverlerce benimsenmiş,
böylece yazarın düşünceleri yaygınlaşmış. Örneğin, Mozart’ın kadın düşmanı
olarak bilinmesinde Hildesheimer’in payı büyük. İkinci bölümde kadın konusunu
ayrıca ele alacağım.
Sihirli Flüt’e gelince, Mozart’ın gerçek bir Alman operası yazmak
istemiş olması, biyografların ortaya attıkları bir düşünce yazara göre.
Mozart’ın milli duygulara sahip olduğunu kanıtlamak istedikleri için bunu öne
sürmüşler. Operaya atfedilen masonik anlamlar ise çok abartılı. Zaten Mozart’ın
masonluğu da sorunsal. Mozart yaşamın
anlamı üzerinde düşünce üreten biri değil, o yaşamın tadını çıkartmaya bakıyor.
Üyesi olduğu loca bile “Yeme-içme locası” olarak ün yapmış olan alt düzeyde bir
locaymış. Bunu kimin çıkarttığının bilinmediğini sözlerine ekliyor yazar[7].
Hildesheimer, sorunların birçoğuna varsayımlarla çözüm arıyor. Başka deyişle
ucunu açık bırakıyor. Birçoğunu da belgelere, özellikle mektuplara dayanarak
yanıtlıyor. Ancak bu yanıtlar yazarın alımlamasına bağlı. Aynı sorunu, örneğin
Mozart’ın masonluğunu ve masonik öğeleri kullanışını başka yazarlar farklı
yanıtlıyorlar.
Yazar, Sihirli Flüt’ün
metnini tutarsız ve yazın açısından zayıf buluyor, tek elden çıkmamış olduğu ve
Mozart’ın metinle ilgilenmediği varsayımını ileri sürüyor; Mozart’ın müziğinin
metindeki uyumsuzlukları kısmen örttüğünü ekliyor. Hildesheimer’in çok
ayrıntılı analizleri üzerinde fazla durmuyorum. Sihirli
Flüt’ü genel olarak Mozart’ın diğer operalarına oranla zayıf buluyor.
Yapıtlarının bütünü içinde fazla önemsendiğini, aslında iddiasız, eğlenceli bir oyun olarak tasarlanan metnin,
ona giderek yüklenen derin anlamları kaldıramadığını savunuyor.
Helmut
Perl
Perl Mozart üzerine yaptığı araştırmaları iki kitapta toplanmış: Sihirli Flüt Olgusu - Mozart ve İlluminatlar ve daha kapsamlı bir çalışma olan: Mozart Olgusu - Yanlış Anlaşılmış Bir Deha
Üzerine Düşünceler. Kitapların adlarından da anlaşılacağı gibi, yazarın
çıkış noktası Mozart’ın politik duruşu. Perl, Hildesheimer’in ve başka birçok
Mozart araştırmacısının aksine, Mozart’ın Sihirli Flüt’ün metniyle ilgilenmemiş
olduğuna karşı. Tam tersine metnin zayıf görülen yanlarının bilinçli olduğunu,
yazar ve bestecinin politik duruşlarının üstünü örtmek için bunu bir yöntem
olarak kullandıklarını savunuyor. Mozart’ın operayı bestelerken de bunu ön
planda tuttuğunu, resitatiflerde olsun aryalarda olsun art düşüncelerini
müzikle dile getirdiğini örneklerle açıklıyor. Perl’e göre bu sadece son
operası için değil, Mozart’ın çalgı müziği için de geçerli. Perl müzik okumuş. Eğitimli müzikçi, müzik
hocası, organist ve çembalist. Bu görüşünün ne kadar doğru olduğunu işin
uzmanlarına bırakıyor ve Perl’in Sihirli
Flüt’ü alımlamasına geçiyorum.
Yazara göre operanın ana fikri, kilise baskısına karşı aydınlanma.
Konu alegorilerle örülmüş. Sarastro, aydınlanmayı, gece kraliçesi kiliseyi, üç kadın ruhban
sınıfını, Tamino- Pamina toplumun aydınlanma süreci yaşayan kesimini,
Papageno-Papagena politikadan da dinden de anlamayan, kendi başına karar
veremeyen, yönlendirilmesi gereken halkı simgeliyor.
Perl , Kitabının ilk bölümünde 18. Yüzyıl sonu Avusturya’sının politik
ortamını ele alıyor. Fransız devriminin etkilerini, Kilise baskısını, masonluğu
ve özellikle illuminatların nasıl takip edilip yakalandıklarını, engizisyon
mahkemelerinde yargılandıklarını, sansürün boyutlarını ve Mozart’ın politik
duruşunu ayrıntılarıyla anlatıyor. Bu ortamda yazarlar bilinçli olarak operaya
masalsı ve mitsel bir hava vermişler, konuyu zaman dışına taşımışlar. O
yıllarda Viyanalıların operadaki art düşünceleri anlamamaları olanaksızdı.
Operanın ilk sahnelerindeki uzun diyaloglara simgeler bağlamında bakıldıkta
bunların boş laf olmadığı anlaşılır. Bağlamı bilmeyene mantıksız, tutarsız
görünen konuşmaların her birinin ardında bir anlam vardır. Uygulanan sıkı
sansür korkusuyla operada hemen değiştirmeler başlamış, ilk olarak da
konuşmalar kırpılmış, Tamino’yu kovalayan yılan canavara dönüştürülmüş. Perl,
incelemesinde kişilerin adlarını da ele alarak bunların simgesel anlamlarını
çözümlüyor. Az çok fikir versin diye burada tek bir örneğe yer veriyorum:
Papageno. Papa – geno. İlk iki hece kilisenin en üst düzeyine, son ikisi
üretmeye işaret ediyor. Bundan şu sonucu çıkartıyor yazar: Papageno kilisenin
ürettiği insanı simgeliyor; kiliseye eleştirel bakamayan, her dediğini
kabullenen, kilisenin yönlendirdiği insanı.[8]
Jan
Assmann
Assmann, tarihçi, egiptolog. Operada onu çeken Mozart’ın müziğinin
ötesinde konunun mitolojik, gizemli boyutları olmuş. İsis Osiris kültünün
18.yüzyıl sonu Viyana’sında nasıl bir yeri olabilirdi? Buradan yola çıkarak
operadaki masonik öğelerin eski Yunan’a, Mısır’a kadar uzanan bağlantılarını
araştırmış. Yorumunu, müzikle konu arasındaki bütünlüğü ayrıntılarıyla
inceleyerek okura sunuyor. Kitabı okurken operayı tiyatrodaymış gibi uvertürden
başlayarak son akorlarına kadar müzik örnekleriyle izleyebiliyoruz. Yazar operadaki
perde arasına bağlı kalmıyor, açıklayıcı bilgi vermeyi gerekli gördüğü yerde
ara yapıyor. Sonra kaldığı yerden devam
ediyor. Böylece okur kitabı hem operayı seyretmişçesine okuyor, hem
açıklamalarla konunun dayandığı mitler ve temel düşünce hakkında tam bir fikir
edinebiliyor. Açıklamalarla ilgilenmeyenin bu bölümleri atlayarak okuması da
olanaklı.
18. Yüzyılın sonuna doğru mason çevrelerde bir eski Mısır modası
ortaya çıkmıştı. Bahçe düzenlemelerinde piramit, obelisk, mağara vb. süsler
yapılıyordu. Bunun kaynağını araştırırken vardığı sonuç şu oluyor Assmann’ın.
“Gülhaç locası”nda ve Mozart’ın mason dostlarından İgnaz von Born’un üyesi
olduğu “Gerçek Uyum locası”nda masonluğun kökenindeki gizemleri araştırma
eğilimi başlamıştı. İsis kültünün temel taşları, ritüelleri inceleniyordu.
Bunun ardında bir ütopya yatıyordu. Bir gelişim süreci içinde toplumda politik
ve dinsel inançlarda değişim yaşanacak, insan kötülüklerden arınacak kardeşlik
duygularıyla barış ve mutluluğa erişecek.
Mozart ve Schikaneder’in Sihirli Flüt’te dile getirdikleri temel
düşünce bu. İsis kültü, eski Mısır
inançları ya da günümüzde çok üzerinde durulan cinsiyet sorunu değil.
Zaman/mekân dışı bir geçiş dönemini, bir
süreci anlatıyorlar. Gece kraliçesinin dünyası karanlık ve çolak bir ortam
orada kimler yaşıyor, Papageno gibiler
mi? Belli değil. Gece kraliçesinin yüzünü kimse görmemiş. Sarastro ise uygar
bir toplumun içinde. Çevresinde onu yücelten insanlar var. Değişimi
yaşayabilecek olanlar. Assmann bu operanın gizemli bir dünyayı anlatan bir
masal değil, doğrudan bir ritüel olduğunu savunuyor. Aydınlanma düşününü ritüel
olarak sahneye taşıyan bir gizem (mister) oyunu. Bir “aydınlanma ritueli”.[9] İnsanın değişimini, uyumlamayla[10])
yüceldiğini, eski deyişle kemale erdiğini anlatan bir mister oyunu... Değişimse
insan varlığının iç dünyasındaki değişim. Tamino-Pamina çifti bunu
başarabiliyor. Papageno-Papagena çifti ise başaramıyor.
Assmann uyumlama konusunda daha da ileri gidiyor. Ona göre değişim
insan varlığının özüne yönelik olduğuna göre opera izleyicisinin de bu ritüele
katılması amaçlanmış. Assmann’ın, Mozart araştırmasına katkısından dolayı çok
ilgi çeken ve övülen kitabına yapılan eleştirilerde bu savına kuşkuyla bakan
yok değil.
Bu bölümü kapatırken iki ilginç araştırmaya da kısaca değineceğim. Katharina
Thomson’un Mozart’ın Yapıtlarında Masonik
Örgü adlı kitabı ve Christoph Peter’in Mozart’ın
Sihirli Flüt’ünde Müziğin Dili.
Katharina
Thomson
Thomson, Mozart’ın daha mason locasına girmeden çok önce masonlarla
iletişim kurmuş olduğunu masonluğun düşüncelerine açık olduğunu, dahası masonik
içerikli şarkılar bestelediğini savunuyor.[11] Mozart’ın Sihirli
Flüt’ün öncüsü sayılabilecek olan ilk yapıtı bir tiyatro oyunu olan Mısır Kralı Thamos’un koro ve sahne müziğidir.
Thamos’un konusu aydınlık/karanlık düşüncelerin çatışması ve aydınlığı, iyiliği
temsil eden hükümdarın zaferidir. Thomson çalışmasında Thamos’un müziğini
ayrıntılarıyla ele alıyor, Mozart’ın çalgısal müzikle duyguları nasıl dile
getirdiğini ve Sihirli Flüt’de yer
yer bu müzikten nasıl yararlandığını örneklerle gösteriyor. Thomson’a göre
Mozart’ın içselleştirmiş olduğu düşünceler onun bütün müziğinde masonik
ögelerle dile geliyor. Yazar bunları örneklerle açıklıyor. Masonlar arasında da
Mozart’ın masonik yapıtlarını inceleyenler ve başka çalgısal müziğinde de
masonik ögeler olduğunu savunanlar var. Ancak Thomson’un kitabının ilginç yanı
mason örgütlerince hazırlatılıp yayımlanan bir kitap olmaması. Kitabın
çevirmeni Halim Spatar, yazarın İngiliz Komünist partisinde etkin bir rolü olan
düşünür ve araştırmacı George Thomson’un eşi olduğuna ve onun da solcu olduğuna
işaret ediyor[12] Kitap
Türkçe yayımlandığı için fazla ayrıntıya girmedim.
Christoph
Peter
Peter’in Mozart’ın Sihirli
Flüt’ünde Müziğin Dili doğrudan bir müzik kitabı[13].
Sadece müzik incelemesi yapıyor. Müzik diliyle ( melodi, armoni, tonalite, tını
renkleri, ses yüksekliği/alçaklığı, dinamik, ritim, süslemeler,
koloraturlar vd.) nota örnekleriyle Sihirli Flüt’ü – dolayısıyla Mozart’ın
yaşama bakışını - açıklıyor. Yazarı böyle bir çalışmaya iten, Mozart üzerinde
üretilen yalan yanlış düşünceler ve çoğu kez operanın gerçek anlamını örten,
onu bayağılaştıran yorumlar olmuş. Peter müzik hocası. Antropozof. Ders verdiği
Walldorf[14]
okulunda yıllarla bu operayı çözümleyen seminerler yapmış öğrencileri ve
meslektaşlarıyla. Amacı Operanın içerdiği gizemi anlamaya çalışmak. Kitap iki
bölümden oluşuyor. Birinci bölümde genel olarak müzik dilinin temel ögelerini,
Mozart’tan verdiği örneklerle açıklıyor. İkinci bölümde doğrudan operayı,
Mozart’ın yaşamıyla bağlantılı olarak,
ele alıyor. Uvertürden başlayarak resitatifler, aryaları vd. yine
örneklerle inceliyor. Sonuç olarak Mozart’ın Sihirli Flüt’de Sarastro’nun deyişiyle bireyin “insan” olma
sürecinde yürüdüğü uyumlama yolunu müzik diliyle en güzel şekilde anlatabilmiş
olduğunu savunuyor ve Mozart’ın mektuplarından yaptığı alıntılarla onun ölüm
karşısındaki duruşuna dayanarak (ikinci bölümde ben de bu konuya değineceğim)
onun yaşamda da bunu başarmış olduğunu sözlerine ekliyor.
Birbirinden çok farklı bu yaklaşımların aralarındaki ortak nokta
öncelikle Mozart’ın dehası. Bunda hepsi birleşiyorlar. Çağımızın genel anlayışı
içinde yine hepsi Mozart’ın mitleştirilmesine karşı ve yaklaşımları eleştirel.
Mozart’ın yaşamı sırasında en çok eleştirilen yanı o dönemde tutarsızlık olarak
değerlendirilen çok yanlılığı bugün onun başlıca özelliklerinden biri olarak
görülüyor. Hildesheimer’in dışında hepsi Mozart’ın müziğinin, özellikle çok yanlılığının
onun kişiliğini yansıttığında birleşiyorlar.
[1] Ottenberg, Hans-Günter, Der Critische Musicus an der Spree’ den alıntı. Leipzig 1984.S 327-28.
[2] A.k.,Carl Bernhard Wessely, Gluck und Mozart. S.336
[3] Niemetschek, Franz Xaver, İch Kannte Mozart, Münih 2006.S.92.
[4] Niemetschek, a.g.k. s.96.
[5] Alfred Einstein, Mozart Sein Charakter – Sein Werk. Fischer Taschenbuch 1945. Yazar, İngilizce yayımlanan kitabının Almancasını 1942’de bitirmiş olduğunu ve yayımlamak için beklemesi gerektiğini yazıyor.
[6] Hildesheimer, Wolfgang . Mozart Suhrkamp Verlag Frankfurt 1977.
[7] A.g.k.,s.325
[8] Helmut Perl, Der Fall “Zauberflöte” Mozart und die İlluminaten. Zürih 2006.S.66
[9] Jan Assmann, Die Zauberflöte, Oper und Mysterium. 2005 Münih.S.289.
[10] Uyumlamayı Latince kökenli bir sözlük olan inisiyasyon karşılığında kullanıyorum. Uyumlanma esoterik bir ritual. “Dışarıdaki”nin “içeriye” alınması, söz konusu topluluğun üyesi olarak onaylanması anlamına geliyor. Kişi, doğru yolu bulmak için yaptığı bir iç yolculukla uyumlanabiliyor. Masonlukta tekris, erginlenme deniyor.
[11] Katharina Thomson, Mozart’ın Yapıtlarındaki Masonik Örgü Pencere Yayınları, İstanbul 2.B askı 2004.Çev.Halim Spatar. S.36.
[12] A.g.k., s.11
[13] Christoph Peter, Die Sprache der Musik in Mozarts Zauberföte. Verlag Freies Geistesleben, Stuttgart 1997.
[14] Walldorf okulları antropozof Rudolf Steiner tarafından kurulmuş, tek tip öğrenci yetiştirilmesine karşı öğrencinin kişiliğine, yeteneğine göre eğitim veren okullardır. Antropozofinin temel düşüncesi insanın tin (düşünme) - ruh (duyma) - beden (isteme) bütünlüğüdür.
Yorumlar
Yorum Gönder