NAZAN İPŞİROĞLU İLE İSTANBUL BAROK MÜZİK TOPLULUĞU (Ayşegül Giray, Karşılaşmalar)
Ayşegül Giray
Nazan İpşiroğlu ile Istanbul Barok Müzik Topluluğu
Nazan İpşiroğluile tanışmam Istanbul Barok Müzik Topluluğu (IBMT) ile
oldu.Grup üyelerinden o zamanlar Redhouse Yayınevi’nin yöneticisi ve Redhouse sözlüğünün yayın kurulu üyesi olan William (Bill) Edmonds beni Istanbul Devlet Senfoni
Orkestrası üyeliğimin yanı sıra amatör gruplarla verdiğim konserlerden tanıyordu ve IBMT’de
bir kemancıya ihtiyaçları olduğunu söyleyerek sanırım 1985 yada 1986 yılında beni provalarına davet etti. Nazan
Hanım’ı daha önce Mazhar İpşiroğluile birlikte yazdığı Sanatta
Devrim kitabından tanıyordum, ancakilkkarşılaşmamız evindeki ilk provaya gittiğim gün oldu. IBMT ile
yaklaşık 10 sene sürecek keyifli calışmam ve ömür boyu sürecek dostluğum böylece başladı.
IBMT üyelerini biraraya
getiren ve çeyrek asrı aşkın bir süre bir arada tutan en önemli şey müzik sevgisiydi. Üyelerin hepsi güçlü karakterlere
sahip, çok kültürlü insanlardı. Bu nedenle
provalar sırasında verdiğimiz çay molalarıçok keyifli ve benim
için çok öğretici sohbetlere
olanak veriyordu.Grup ile çalıştığım yıllarda grubun kurucu üyeleri Nazan İpşiroğlu (klavsen), Aydın Umur (blokflut), Bill Edmonds (flut), Süha Umur (cello) idi, ben de kemanımla aralarına katıldım. Seslendirdiğimiz eserlere göre çalışmalarımıza zaman zaman Işın Güyer (şan), Bilge Görgan (şan), Gökmen Noyan
(trompet), Berna Tuncer (viola) katılıyorlardı. Grubun kurucu üyeleri farklı mesleklerden insanlardı. Içlerinde bir tek ben
profesyonel müzisyendim. Tabii gruba amatör bir ruhla misafir
olarak katılan profesyonel müzisyenler de oluyordu. Hiç bir maddi beklenti olmadan çeyrek yüzyılı
aşkın
bir süre birlikte müzik yapmayı
başarmış nadir gruplardan biridir IBMT. Repertuvarımız erken barok döneminden çağdaş bestecilere
kadar geniş bir alanı kapsıyordu.Grup kararlarını çok demokratik bir
şekilde alıyordu. Grubun bir
şefi ya da yöneticisi yoktu. Konser
programı ve yeri belirlemede, provalarda yoruma dair fikir belirtmede herkes söz sahibiydi.
Yaşları benden büyük olmasına rağmen bana saygı ve özen gösterdiklerini farkediyordum. Mütevazilik grup
üyelerinin ortak özelliğiydi. Müzik eğitimini Istanbul Belediye Konservatuvarı ve Freiburg Yüksek Müzik Okulu’nda alan Nazan
Hanım’ın annesinin Seniha Bedri Göknil olduğunu yıllar sonra okuduğum bir kitaptan öğrenmiştim. Kendisi hiç
bir zaman köklübir aileden geldiğini söylemezdi. Keza Aydın Bey’in de Amerika’da büyük üniversitelerde çalışmalar yaptığını bu gruba girdikten
30 sene sonra öğrendim. Osmanlı belgeleri konusunda yayınları olan Süha Bey ise grupta ön plana çıkmayı istemez, ancak kuzeni de olan Aydın Bey, Nazan Hanım ve benim ısrarlarımızla soloları olan eserlerde çalmayı
kabul
ederdi. Kendilerinden söz etmeyi
sevmeyen bu mütevaziinsanları tanıdıkça daha da çok
sevdim ve bende unutulmaz izler bıraktılar.Nazan Hanım’ın leziz füme çayı eşliğinde verdiğimiz molalardaki sohbetler çok çeşitli konularda olabiliyordu. Bu entellektüel insanlar sahip oldukları güçlü fikirleriyle geri
adım atmadan çok enerjik tartışmalar yapıyorlardı, ama fikirleri
ters düşse bile bu harika insanlar
birbirlerine çok saygı duyuyor ve onları müzik sevgisinin biraraya getirdiğinin de bilinciyle birlikteliklerini sarsılmadan sürdürebiliyorlardı. Bunun aslında ne kadar zor bir şey olduğunu ve az rastlandığını mesleki tecrübem arttıkça daha iyi anladım. Bu sohbetler
bana sadece onlardan dinlediğim konuları değil, aynı zamanda bir müzik topluluğunu uzun süre birarada tutan özellikleri, birbirini dinlemeyi, kendi fikrini ifade
etmeyi, yan konuların asıl amacı unutturmaması gerektirdiğini de öğretti.
Provalarımız her Perşembe saat 16:30’da
başlıyor ve 3 saat sürüyordu. Yaklaşık 10 sene IBMT ile çalıştığımı düşünürsek bu yaklaşık
500 prova demektir. Ben prova saatinden yarım saat kadar önce giderek Nazan Hanım’la sohbetlerimizi mümkün olduğunca uzatmaya çalışıyordum. Benim gruba katılmamla Nazan Hanım benimle Bach’ın keman ve klavsen sonatlarını seslendirmeyi isteyince
hem çok mutlu oldum hem de bu bana Nazan Hanım’la ikili çalışma olanağı vermiş oldu. Bana hep o sırada yazdığı kitap üzerindeki çalışmalarını anlatırdı. Konuları her zaman günceldi. Bir konuşmamız sırasında bana sürekli geçmişlerinden bahseden
insanları hiç anlamadığını, bunu çok sıkıcı bulduğunu söylemişti. Onun ise hep
yeni bir projesi, üstünde çalıştığı bir yazısı, yeni bir fikri
olurdu. Bu benim için Nazan Hanım’ın en belirgin özelliklerinden biridir. Bir dönem resim ve müzik arasındaki etki ile ilgili bir kitap
yazıyordu ve kitap ile ilgili benimle yaptığı
konuşmalar beni çok etkilemişti. Bu sohbetlerimizden yola çıkarak ilerki yıllarda Almanya’da verdiğim keman derslerinde henüz okuma yazma öğrenme yaşına gelmemişçocuklarda soyut bir kavram olan müziği daha iyi anlayıp ifade edebilmeleri
için resim çizmelerini istiyordum. Yazıdançok daha önce resim ve renklerle tanışan bu çocuklarınaşinaoldukları bu ifade biçimini müziği düşünme ve anlamaları için kullanıyordum. Bu resimleri de her yıl verdikleri iki konserde sergiliyorduk. Uyanık Alman öğrencilerim de yaptıkları bu resimleri ebeveynlerine, büyükanne ve büyükbabalarına satıyorlardı. Bu resimlerin
arasında bir tanesi beni ve daha
sonra da Nazan Hanım’ıçoketkilemiş bir resimdir. O zamanlar 5 yaşında olan bir kızöğrencimden o hafta
calışması gereken kısa cocuk şarkısının resmini yapmasını istedim ve ona bu müzik sana ne
hissettiriyorsa onu çiz dedim. Haftaya
ilk bakışta çok sık rastlanabilecek
bir manzara resmi ile geldi. Resimde bir ev, arkada kır manzarası, ağaçlar, çiçekler vardi. Resmin sıra dışı olan özelliği ise resimde iki tane güneşçizilmiş olmasıydı. Onu bu güzel resmi icin
kutladıktan sonra resimde iki güneşçizmesinin sebebini sordum. Bana verdigi cevap muhteşemdi. İcra ettiği müzik o kadar sıcak bir his veriyormuş ki tek güneşçizmek bu sıcaklığı anlatmak için yeterli olmamış. Nazan Hanım bu resmi daha sonra bir kitabında kullanmak için benden istemişti, ancak taşınmalar sırasında kaybolduğunu düşündüğüm bu resmi ne yazık ki bulamadım.
Benim için unutulmaz konserlerden biri de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) için verdiğimiz konserdir.
Nazan Hanım zaten ÇYDD ile irtibat halindeydi veonlarla çalışmalar yapıyordu.
Bize bu konser teklifinden bahsettiğinde grubun tüm üyeleri aynı mutluluğu ve heyecanı duyduk. Bu konserde bize
verilen kristal Atatürk büstünü hâlâ gururla kütüphanemde saklarım.
Grubumuzun bir de Avusturya’da verdigi
konser var. Graz’da yaşayan ve aralarında Nazan Hanım’ın oğlu Dr. Osman İpşiroğlu’nun da
bulunduğu bir grup Türk hekimin davetlisi olarak Graz’a gitmiş ve bir konser vermiştik. Konser programında babam Necati Giray’in Nihavent ve Ağıt adlı iki eseri de vardı. Barok enstrümanlarla
seslendirmeye çok uygun olan bu iki kısa parça Graz’da çok beğeniyle karşılanmış, çağdaş Türk müziğinin Avrupa’da tanıtılması için de iyi bir fırsat olmuştu. Konserden sonra bizi dışarıda yemeğe davet etmek
isteyen Türk hekimler bir Türk lokantasına gitmek isterken
bizim grup Avusturya’ya özgü bir lokantaya gitmeyi tercih ettiğini söyledi ve nazik
evsahiplerimiz bize bir kaç seçenek sundu. Grubumuz en gençüyeleri olarak seçimi benim yapmamıönerdi. Seçenekler arasında olan ve
kumarhane olduğu hakkında o zamanlar hiç fikrim olmayan
Casino’yu seçtim. Orayı yöresel yemekler
yiyeceğimiz ve otantik müzik dinleyebileceğimiz bir yer sanıyordum. Casino’ya vardığımızda hâlâüzerimizde smokinler ve uzun konser elbiselerimiz vardı. Sanırım bizi zengin ve büyük kumar oynayacak bir turist grubu sanarak büyük iltifatlarla karşılamışlardı. Oyun makinelerini görünce oyun oynamaktan hiç anlamayan biri olarak büyük hayal kırıklığı yaşadığımı söylemeliyim. Kısa bir süre sonra orayı aç olarak terk ettik. Artık vakit geceyarısına yaklaşıyordu ve bu saatte Graz’da açık bir lokanta bulma şansımız da kalmamıştı. Sokakta elarabasında sosis satan bir
seyyar satıcı bulduğumuzda o gece herhalde en şık müşterileri biz olmuştuk. Ertesi gün istediğimiz otantik yemeği Graz’in dışında muhteşem üzüm bağlarının arasında yer alan rustik
görünümlü bir şarap tadım evinde bulduk.
Tahta tabaklarda sunulan Avusturya peynirleri ve şarküteri ürünleriyle o bağlarda yetişen üzümlerle yapılan şarapları tattık ve bağların arasında uzun yürüyüşler yaptık.
Bir başka hoş anımız ise çok
beğenerek grubun repertuvarına kattığımız Ingiliz besteci Arnold Cooke’un
(1906-2005) Quartet-Sonata for Recorder, Violin, Cello & Harpsichord (1964-65)
adlı eserinin Türkiye’de ilk seslendirilişini yaptığımızı bir mektup ile
besteciye yazdıktan sonra Arnold Cooke’dan çok zarif bir teşekkür mektubu almak oldu. Bu mektubun orijinali grubun
kurucu üyelerinden Aydın Umur’da saklıdır. Aydın Bey çok geniş bir nota koleksiyonuna sahiptir ve Ingiltere’deki müzik eğitimi sırasında Ingiliz müziğini de yakından tanımafırsatı bulmuştur. Bu zengin koleksiyon konser repertuvarımızı oluştururken bize büyük bir kolaylık sağlıyordu.
Almanya’ya taşınmam nedeniyle gruptan üzülerek ayrılmak zorunda kaldım, ama dostluğumuz hiç bitmedi. Süha Umur ve sevgili eşi Figen Umur’un Berlin seyahatlerinde beni ziyaret etmeleri ve birlikte
yaptığımız şehir gezileri benim için mutlu bir anı oldu. Nazan Hanım’ın bize ikram ettiği füme çayı Almanya’da bulunca çok
sevinmiş ve bu lezzet sayesinde adeta eski günlerimize gitmiştim.Nazan Hanım’ın kitaplarını ise hep takip
ettim, okudum. Hatta Almanya’da bir gezim sırasında onun Resimde Müziğin Etkisi adlı kitabı yanımdaydı. Kitapta yer alan Paul Klee’nin bir
tablosu bu gezimde bir sanat müzesinde karşıma çıkınca çok heyecanlanmış, hemen müzenin dükkanından aldığım bir kartla bu hoştesadüfü müzenin bahçesinde Nazan Hanım’a yazmıştım. Nazan Hanım toplantılarımızdaki konuşmaları ve ikili
sohbetlerimiz kadar kitaplarıyla da beni çok etkilemiş birsanatçı ve araştırmacıydı. Beni eğitim ve sanatın değişik branşlarında kendimi geliştirmem için herzaman motive
etmiştir. Onu her gördüğümde bitmek bilmeyen enerjisiyle araştıran, yazan, okuyan bu insana hep hayran oldum. Benden yaşça çok daha büyük olmasına rağmen enerjisi, coşkusu ve
yenilikçi tutumu ile onun benden daha genç olduğunu düşünmüşümdür. Nazan Hanım her zaman boynuna bağladığı fularlarıyla gözümün önüne gelir.
Bu yazıyı yazarken Boğaz’ın mavi sularına bakıyorum ve provalarımızı yaptığımız Nazan Hanım’ın evinden görünen muhteşem Boğaz manzarasına karşı yaptığımız sohbetleri hatırlıyorum. Süha Bey’in Türk dilinin çağdaş kelimelerini eleştirmesi, Nazan Hanım’ın çağdaş eğitimin gerekliliğini hararetle
anlatmasını, Mr. Edmonds’ın aksanlı Türkçesiyle sohbete katılmasını, Aydın Bey’in zengin nota koleksiyonundan gelecek
konserimiz için önerdiği eserlerden
bahsetmesini düşünürken Boğaz’ın görüntüsü flulaşıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder