MEŞALE (Nurdan Arca, Karşılaşmalar)

                                  

 

 

MEŞALE
Nurdan Arca

 Sevgili Nazan İpşiroğlu, birkaç yıl önce size bu mektubu yazacağımı rüyamda görsem inanmazdım. Arkadaşım kızınız Zehra İpşiroğlu hakkınızda hazırlanacak bir kitap için bir yazı yazmamı istediği zaman  onur duydum.

Çünkü siz artık bu dünyadan gitmiş olsanız bile  zihnimizdeki müstesna yerinizle, yaşamınızla,kitaplarınızla hep sizinle birlikteyiz. Çünkü siz sadece kendinizin değil herkesin hayatını güzelleştirmeye, iyileştirmeye çalışan ender insanlardansınız, Çünkü siz Türkiye Cumhuriyeti’yle yaşıt (1923-2015)zarif bir Cumhuriyet kızısınız.

 

İstanbul Üniversitesi'nde okurken felsefe ve sanat tarihi hocası Mazhar Şevket İpşiroğlu iletanıştınız ve evlendiniz.Sonra çalışmalarınızı eşinizle birlikte sürdürürkenİstanbul Belediye Konservatuvarı'nda piyano öğreniminize devam ettiniz.Freiburg Yüksek Müzik Okulu'nda çembalo ve oda müziği çalıştınız.   Vurgun olduğunuz enstrümanı,çembaloyu ve barok müziğini tanıtmak amacıyla "İstanbul Barok Müzik Topluluğu"nu kurdunuz.

Size edebiyat dünyasını açan annenize ve müzik dünyasını açan babanıza adadığınız son kitabınız “Karşılaşmalar”ı bir solukta okudum. Kitapta ömrünüzü etkileyen kültür ve sanat insanlarıyla karşılaşmalarınızı anlatıyorsunuz.



Anne babanız aydın insanlardı.Eviniz akşamları misafirlerle dolup taşardı.Geleni gideni, misafiri bol bir evde büyüdünüz.Dönemin belli başlı aydınları arasında yaşadınız.

kültür ve edebiyat dünyasının belli başlı, değerli insanlarının derin sohbetlerini dinlediniz.  OnlarMuhsin Ertuğrul’dan, Nurullah Ataç’a, Nazım Hikmet’ten, Halide Edip’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, çok sevdiğiniz Haldun Taner ve yine çok sevdiğiniz Halit Ziya Uşaklıgil’e, Cemal Reşit Rey’den, Seniye ve Mithat Fenmen’e, Sabahattin Eyüboğlu’ndan, Niyazi Berkes’e hatta Bülent Ecevit’e kadar, çok farklı alanlarda sivrilmiş, üretken insanlardı.

 

Genç bir kız olunca anne ve babanızla  birlikteev ziyaretleri yapıyordunuz. Bu ziyaretlerden birinde,aranızdaki yaş farkına ragmen,Halit Ziya Uşaklıgil’leçok yakın dost oldunuz.  Sohbetlerinizde müzik ve edebiyat iç içeydi.“Karşılaşmalar”da Uşaklıgil’in hayal gücünden nasıl etkilendiğinizi ne kadar da duyarlıanlatıyorsunuz:

“Ziyaretlerimizden birinde, güzel bir sonbahar gününde bahçede çay içiliyor, müzikten konuşuluyor.  Halit Ziya Bey Schumann’ın piyano konçertosundan söz ediyor.Çaldım mı, biliyor muyum diye soruyor bana.Sonra ikinci bölümü özellikle çok sevdiğini, dinlerken bir yaz gecesi karanlığı yırtan meşalelerden suya dökülen damlaların tınılarını hayal ettiğini anlatıyor…Ben şaşkın dinliyorum…Şaşkınlığımın nedeni müzik dinlerken çağrışımsal hayal kurması…. Bugün hala Schumann’ın piyano konçertosunun ikinci bölümünü dinlerken onun, meşalelerden suya damlayan tınılar benzetisini anımsarım.” (1)

(1)           Karşılaşmalar ve Düşündürdükleri

Nazan İpşiroğlu

Masa Yayınları

Istanbul, Temmuz 2015

sy. 032

 

Siz desSevgili Nazan İpşiroğlu ömrünüz boyunca dünyanızı sanatın “karanlığı yırtan meşalelerden suya dökülen damlalar”ıyla, yani müzikle, resimle, heykelle, renklerle, hacimlerle, seslerle doldurmuştunuz. Siz de o meşaleleri tutarak yol gösterdiniz,yolumuzu aydınlattınız.



 

Kitabınızdainsanları anlatan bambaşka ve çok farkı bir anınızdan da söz ediyorsunuz.Bir akşam evinize gelen kalabalık misafirler arasında Halide Edip vardı.Misafirlerden biri, belki Halide Hanım, evin küçük kızı Nazan’dan piyano çalmasını istedi.Utangaç bir genç kızdınız.Büyüklerin önünde çalmaya isteksizdiniz.Yine de itiraz etmediniz ve çalmaya başladınız.   Ama hiç  kimsenin sizi dinlemediğini fark ettiniz.  Parçayı bitirene kadar zar zor çaldınız ama  sevgiyle hatırladığıniz Halit Ziya Bey’le Halide Hanım’ın ne kadar farklı insanlar olduğunu düşünmeden edemediniz. Birincisi ne kadar açık ve dışa dönükse diğeri o kadar kendiyle doluydu. 

(1)           age sy.035

 

Sevgili Nazan Hanım meşaleniz kocaman bir dünyayı aydınlattı.Yetişkin ömrünüzü sosyal sorumluluk bilinci gelişmiş gerçek bir aydın olarak yaşadınız.Sizinle onlar hakkında sohbet edebilmeyi çok isterdim!  Sevdiğim iki dev meşaleyi tutan iki güzel insandan söz etmek de bu mektuba kısmet oldu.

O meşalelerden biri Türkan Saylan’dı. Onunladünya görüşünüz benziyordu ki yoksul kız çocukların eğitimi için burs sağlayan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni birlikte kurdunuz.Almanya’da yaşayan kızınız Zehra İpşiroğlu Kitabı için Türkan Saylan’la yıllar süren bir nehir röportaj yapmıştı. “Yaratıcılığın Gücü” adlı güzel kitabında Türkan Saylan’ı anlattı.Röportajlar sadece sesleri için yapılsa da görüntülü olarak kaydedilmişti.  İyi ki öyle yapmıştı.

 




Güçlü bir insandı Türkan Saylan.Kanser hastalığını birkaç kez yenmişti.Ne yazık ki 2009 yılında bir nisan sabahı hastalıkla mücadele ettiğin evini ve kurduğu,gözü gibi bakıp büyüttüğü, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğini zalim Ergenekon kumpasçıları bastı.Türkan Saylan birkaç hafta sonra kumpasçılara değil ama vahim hastalığına yenildi.

Kanser hastası Türkan Saylan’ın evini ve ÇYDD’yi 2009 yılının 13 Nisan sabahı erkenden polisler bastı. O sırada ayyuka çıkan Ergenekon operasyonu yapılıyordu.  Koşa koşa evinin önüne gittim, ana baba günüydü, Bir polis arabası insanları yararak evin kapısına yanaşmaya çalışıyordu. Kapı açıldı sivil polisler içeriden çuvallar dolusu evrak çıkardılar. Polisler çuvalları arabalarına yüklerken  insanlar hep bir ağızadan yuhalıyordu.  Hatta arabayı tekmeliyorlardı.  O gürültüyü, patırtıyı,  yuhalamayı duyan Türkan Saylan hasta haliyle pencereye çıktı. O ünlü el hareketiyle kalabalığı susturdu:

“Durun, yapmayın, onlar emir kulu” diyordu.Öfkeli kalabalığı sakinleştirdi.

Kulu oldukları emrin nerelerden geldiği  belliydi ama o sırada yetkillilerden hiçkimse onları durdurmuyodu.  Türkan Saylan pencerede zor ayakta duruyordu.Hemşiresinin eli arkadan onu tutuyordu. Heyhat o polis şiddetinden sonra hastalığı ağırlaşmıştı.Belkide artık direnmedi. O güçlü ve zarif insan birkaç hafta sonra hayata veda etti.Çalışkan, duyarlı, yüce gönüllü Türkan Saylan karanlıkları yırtan meşalelerden insanlık denizine dökülen en iri damlalardan biriydi.

 

Zehraİpşiroğlu Türkan Saylan’la yaptığı röportajlardan oluşturduğu “Yaratıcılığın Gücü” adlı güzelim kitabını yazıp yayınladıktan sonra,yine Almanya’da yaşayan genç bir yönetmenle birlikte İstanbul’a geldi.ÇYDD ve Türkan Saylan hakkında yapacakları bir belgeselin Türkiye yapımcısı olmamı teklif etti.Yoksul kız çocuklarının makus talihlerini yenebilmeleri için, eğitilmeleri, meslek sahibi olabilmeleri için çalışan Türkan Saylan ve ÇYDDgibi bir kuruluşun belgeseli için birlikte çalışmayı sevinerek kabul ettim. O çalışma sırasında Zehra’nın kitabı için yaptığı röportajların küçük bir bölümünü gördüm. Türkan Saylan birçok konuda konuşuyor, düşüncelerini müthiş bir doğallık, içtenlikle anlatıyordu.Görüntüleri iyi olmasa da, sesi için kaydedilmiş olsa da, görüşlerini, düşüncelerini, duygularını kendi sesinden duymak ve konuşurken ifadesini görmek çok etkileyiciydi.Heyhat o belgeseli yapmak kısmet olmadı ama elimizdeki 12 saatlik kayıtTürkan Saylan’ın görüntüsüyle, sesiyle, sözüyle çok kıymetliydi. Asıl  belgeselişte buradaydı.

O şevk ve heyecanla kayıtları tekrar tekrar saatlerce, defalarca izledim. Türkan Saylan’ın çeşitli konulardaki tadına doyulmaz sohbetinden belgeselim için dört konu seçtim.

 

1-Birinci konu tabii ki Türkan Saylan’ın kendi, kişiliğiyle ilgili sözleriydi.Çocukluğundan, ana babasından, kardeşlerinden,evinden, söz ediyordu.  Öğrenciliğinden, tıp fakültesini bitirip doktor olmasına kadargençliğinde ve ömrü boyunca en çok yükselen seslerden, bağırıp çağırmalardan ve her türlü şiddetten nefret etmişti.

 

2-İkinci konu genç bir dermatolog, doktor olarak lepra (cüzzam) hastalığıyla mücadelesi, hastalarını, özellikle kadın hastalarını koruyucu kanatları altına almasıydı.Onlar tedavi olup evlerine, köylerine gittikten sonra artık eskisi gibi yokluk ve sefalet içinde yaşamamaları için, hayat kalitelerini yükseltmelerineyardım etmek için elinden geleni ardına koymamıştı.Onlar tedavi olurken temizlik ve hijyen öğrendikleri için önce köydeki evlerine tuvalet yaptırmışlardı.Türkan Saylan bulduğu destekler sayesinde onlara buzdolabı, çamaşır makinesi gibi hayatı kolaylaştıran araçlar sağlamıştı.Yani tedavi ettiği lepralı kadın hastaları onun dikkatini yokluk içinde yaşayan garip, yoksul kadınlara çekmişti.Lepralı kadınlarda gördükleriyoksulluk ve cehalet içinde yaşayankadınların korkunç hayatları olduğuydu.Öyleyse eğitim şarttı. Ayni kadınların görgüleri, bilgileri tedavileri sayesinde azıcık arttığı zamanhayatlarınıne kadariyileştirdiklerini görmüştü. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin tohumları lepralı kadın hastaları tedavi ederken atılmıştı.

 

3- Üçüncü konu bu gerçeklerden yola çıkarak kadınlar ve kadınların eğitimiydi.  Yani bu amaçla kurulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ydi Türkan Saylan ÇYDD’nin nasıl kurduklarını,  nasıl çalıştığını heyecanla, coşkuyla, örnekleriyle uzun uzun anlatıyordu.

 

4- Dördüncü konumuz ömrü boyunca nefret edip uzak durduğu amamaalesef ömrünün sonunda evine, derneğine dalan ve talan eden o korkunç şiddetti. Herşeye direbilen, çalışkan, güçlü Türkan Saylan’ı hastalığına yenik düşürmüştü.

 

Bu konularla ilgili sözleri 12 saatlik görüntülerin içinden iğneyle kuyu kazar gibi ayıkladıktan sonraTürkan Saylan’ın anlattıklarını görüntülemek üzere sokağa çıktık.ÖnceBakırköy’e, akıl hastanesine gittik.Hastanenin bahçesinde bizzat kurduğu Lepra Hastanesini çekecektik.Orada artık hiçlepralı hasta kalmamıştı.Türkan Saylan Türkiye’den lepra hastalığını silmişti.Müdürü, hemşireleri ve birkaç çalışanı vardı.Hastanedeki tertemiz ve bomboş odaları, artık kimsenin yemek yemediği yemekhaneyi çektik.Bir odasında Türkan Saylan’ın tedavi ettiği tek bir kişi yaşıyordu.O da sağlığına kavuştuktan sonra gidecek yeri olmayan bir kadındı. Odasında başucuna Türkan Saylan’la birlikte çektirdiği küçük bir fotoğrafı asmıştı.

 

Bahçesine çıktık. Her mevsimde hastalarına meyve verebilmek için çeşitli meyve ağaçlarını diktirdiği muhteşem bahçeyi, lepralı hastaların sakatlanan ayaklarına uygun ayakkabı üreten ayakkabı atölyesini çektik.Arşivlerden  eski fotoğrafları topladık, taradık.

İşte görüntü stokumuzu böyle oluşturduk.Sadece kendi konuşmalarıyla“Türkan Saylan Anlatıyor” belgeselini yaptıktan sonra ÇYDD’ye armağan ettim.

Belgesel Türkan Saylan’ın ölümünün 7. Yıldönümü olan 18 Mayıs 2015’taki ÇYDD’nin düzenlediği anma töreninde gösterildi ve DVD’sini yayınlandı.

 

Sevgili Nazan İpşiroğlu arkadaşınız, yoldaşınız Türkan Saylan ateşi hiç sönmeyen meşalelerden biriydi.Birlikte kurduğunuz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği binlerce kız çocuğunun yolunu, hayatını hiç durmadan aydınlatmaya devam ediyor.

Yaşadığımız 21. yüzyılda insanların, özellikle kadınların ve kız çocuklarının sizler gibi meşalelere hep ihtiyacı var. Çevremizi kuşatan ateş çemberi en çok onları yutuyor. Bu yangınlar konforlu iktidarlarıyla insanları yönetenlerin çıkardığısavaşlar ve yangınlar.  Kundakçılar ne yazık ki günümüzün uygar dünyasında yaşayanlar,dehşetliyakıcı sorunlarıindirgemeci bir tavırla dinler arası bir “medeniyetler çatışması”na bağlayanlar..

 

Buna rağmen yılgınlığa kapılamayız Sevgili Nazan İpşiroğlu.Çünkü yedi yüzyıl önce bizim uygarlığımızın yetiştirdiğiŞeyh Bedreddin (1359-1420)İslamiyet içinde yetişmiş bir aydın olarak yolumuzu aydınlatan dev bir meşaledir.Yedi yüzyıl önce, yani15.yüzyıldadinlerin ve medeniyetlerin birbirine benzediğini, asıllarının bir olduğunu, farklılıkların sadece ayrıntılarda olduğunu öğretiyordu.  Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş döneminde Balkanlarda doğup büyüyen, dini ve etnik farklılıkların birbirinin içinde eridiği, töreleriyle, gündelik alışkanlıklarıyla kutsal ve dünyevi mekanları paylaşan insanlarla birlikte yaşayan ŞeyhBedreddin, temel insanlık sorularına kafa yoran bir fakih,bir İslam hukukçusuydu. Kişiliğinde ve toplumdaki yeri çok kültürlü birçok unsuru barındırıyordu.   Soylu bir aydın, karizmatik bir mutasavvıf,  saygınlığı yöneten ve yönetilenlerce kabul edilmiş gerçek bir fıkıh/hukuk alimiydi. Ayni zamanda Baskılara başkaldıran bir lider,birmuhalifti.Batı Anadolu’daki ve Balkanlardaki büyük halk isyanlarının temelinde onun dünya görüşü vardı.O isyanlar kanlı savaşlarla bastırılmış, Şeyh Bedreddin asılarak öldürülmüştü.  Ardından altıyüzyıl boyunca heryerdeŞeyh Bedreddin’in bütün izlerini silmeye çalışmışlardı ama düşünceleri yaşıyordu.Ayrıca takipçilerini de yok etmeye çalışmışlardı ama Bedreddiniler herşeye rağmen onbeşinci yüzyıldan beri Bedreddin’in yolundan dönmemişlerdi.  Bu uğurda herşeye, zulümlere, ölümlere göğüs germişler, kuşaktan kuşağa onun düşüncelerini aktararak, sağ salim bugüne kadar  varolmayı başarmışlardı.  Bu nedenlerle bu toprakların yetiştirdiği Şeyh Bedreddinhakkında bir belgesel yapmak için izlerinin peşine düştüm.

Yıllar süren bir sahaaraştırmasından sonra belgeseli yaptım.Daha sonra da o araştırma sırasında gördüklerimi, bulduklarımı, bulamadıklarımı, şaşırtan güzel sürprizleri ve hayal kırıklıklarımı “Şeyh Bedreddin, Uzun İnce bir Yol” adıyla kitaplaştırdım.

Şeyh Bedreddin karanlığı nasıl yırtmıştı ki yedi yüzyıl sonra, bugün bile etiyle kanıyla olmasa da takipçileriyle, en önemlisi de felsefesi ve düşünceleriyle bizimleydi. Aramızda yaşıyordu.Belki onayüzyıllar önceki erken bir aydınlanmacı denebilirdi.Düşüncelerinin toplandığıVaridat adlıkitapta Şeyh Bedreddininsanları ancak gerçeğin aydınlatacağını vurguluyordu:

'Ey gerçeğin yolcusu umudunu kesme! Sen de tehlikeli yerleri aşarsın; sen de bu ışığı elde edersin.'

 

Sevgili Nazan Hanım meşaleniz bize yol gösteriyor, kadın erkek hepimizi aydınlatıyor.Ayrıca bizlere sizi şahsen tanımak onurunu da verdiniz.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN BU DÜNYADA NE KADAR ÖZGÜR OLABİLİR? ( Nazan İpşiroğlu; Sanatın Sorgulayıcı ve Dönüştürücü Gücü)

TİYATRO VE ELEŞTİREL DÜŞÜNCE (Nihal Kuyumcu, Sanatın Sorgulayıcı ve Dönüştürücü Gücü)

ELEŞTİREL OKUMA SÜRECI (Şükran Dilidüzgün, Sanatın Sorgulayıcı ve Dönüştürücü Gücü)