GÖRSEL DÜŞÜNME (Seza Kutlar Aksoy, Karşılaşmalar)


Seza Kutlar
GÖRSEL DÜŞÜNME

’20. Yüzyılın başından beri sanat yeni bir işlev üstlenmiş durumda: toplumsal gerçeklerle hesaplaşma.’ ‘Endüstri toplumlarının ilerlemeleri düşün- bilim ve en geniş kapsamıyla sanatın(plastik sanatlar, müzik, yazının her türü, tiyatro, fotoğraf, film) etkileşimiyle gerçekleşebilmiştir.’gibi sözler, ‘Duyu eğitimi, Görsel düşünme, Kulak eğitimi’… gibi
kavramlar ve daha niceleri… Bir sanatçının, bilim insanının yani Nazan İpşiroğlu’nun sözleri bunlar.  Sanatla yoğrulmuş bir aklın, başarılı yapıtlar üretmiş birinin…


Felsefe-sanat tarihi uzmanlığı, bu konudaki yapıtları ve aynı zamanda müzik eğitimi sonrası barok müziği topluluğunu kurup yirmi yıl konser vermiş bir sanatçı olarak biliniyor. Tanıdığım örnek alınası insanlardan biri.Hem düşünsel anlamda hem işin mutfağından gelmiş, uygulamış değerli bir kadın.

‘Görsel düşünme’ deyince aklıma dört yaşımdaki okul öncesi kitabım geliveriyor. O kitabın içindeki olağanüstü güzel kuş resimleri beliriyor gözümün önünde. Görsel düşünmemi ne denli etkilemiş olmalı ki bilinçaltıma yerleşmiş, ilköğretim çağı için yazdığım neredeyse tüm kitaplarıma girivermiş kuşlar.  Bunu da dokuz yaşındaki dikkatli bir okurum sayesinde öğrenip, nedenini buldum.

Çok kültürlülüğün bileşkesi Anadolu topraklarındaki hoşgörülü, barışçıl ortam, küçük kentlerdeki güzelim sinemalar, kitaplar, turneyle gelen tiyatro grupları, daha sonra büyük kentlerin olanakları, konserler, çocukluğumun unutulmazları arasında. Geçmişe özlem değil bunlar. Yukarda İpşiroğlu’nun sözünü ettiği sanat etkileşimlerinin giderek artması, eğitim sistemine girmesi ve bunun çağdaş bir toplum için gereksinim olduğu düşüncesi.

Mina Urgan, ‘Bir Dinazorun Anıları’ kitabında genç yaşta sosyalist olma kararını, bir tren yolculuğu sırasında aldığını söyler. Anadolu kırsalındaki bir istasyonda üzgün gözlerle trene bakan yoksul köylü kızının yerinde kendisinin olabileceğini düşünür. Adaletsizliğe isyan eder.


Yıllar önce Ören’e yakın bir köy ilkokulunda yaşadığım anımı paylaşmak isterim. Olağanüstü güzel manzaralı küçük bir kır kahvesinin yanı başındaydı okul. Derme çatma bir yapıydı. Elimde bir öykü kitabımla, okuma-drama-tartışma amaçlı bir ziyaretti amaçladığım. Genç bir adam yerleri süpürüyordu. Müdürle görüşmek istediğimi söyledim. ‘Benim,’ dedi.

Az sonra, okulun temizlik görevlisi, müdürü, tek öğretmeni ve her şeyi olan bu genç adamla sınıfa girdik. Beş sınıf bir arada, yaklaşık 40 kişilik bir sınıftı. Minicik birinci sınıf öğrencilerini görünce şaşırdım. Kitaplarımın sekiz yaş üstü olduğunu söyledim öğretmene. Gülümsedi. ‘Çok akıllılar,’ dedi. ‘Büyüklerle birlikte öğrenim gördükleri için yaşıtlarından üstün bu çocuklar. Başlayın göreceksiniz.’

Öykülerimi o küçücük çocukların da, ötekiler gibi ilgiyle dinlediğini, sevdiğini, anladığını, tartışmaya katıldıklarını görmek olağanüstüydü.Yaşamımda en keyif aldığım söyleşilerden biriydi. Okulun son günü olduğu için ev yapımı pastanın mumlarını birlikte üfledik. Küçük pikaptan yayılan güzel bir ezgi eşliğinde…

Bu idealist öğretmen köyün ihtiyar heyetinde olduğunu söyledi. Besbelli saygın kişiliği ile sözünü dinletiyor, kötü yapılaşmayı önlüyor, köylülere her anlamda yol yordam gösteriyordu. Öğretmen ve öğrencilerin yanısıra, duvarlardaki, Aziz Nesin, Ruhi Su, Selim Turan ve başka sanatçıların gülümseyen fotoğrafları beni uğurladı. Umutla okuldan ayrıldım.

Asos’un doğal güzelliğini gidenler bilir. Beş altı yıl önce yazları gittiğim kasabadan binbir araç değiştirerek Asos’a gittim. Gazetede okumuştum. Tiyatro şenliği vardı. Genç yaşta kaybettiğimiz Hüseyin Katırcıoğlu isimli değerli tiyatrocumuzu anmak için yurtdışı ve yurtiçi dostları Asos’ta bir haftalık tiyatro gösterisi yapıyorlardı. İki gün, onca zorluğu göze alıp izlemeye gittim. Gidilmeyecek gibi değildi. Ertesi yılı iple çektim ve yine gittim.

Asos’ta kalenin bulunduğu tepe, sanatçılar için eşi bulunmaz, görkemli bir doğal sahneydi. Öğle güneşinin kızdırdığı kayalara oturup, oyunları köylüler, küçük köylü çocuklarıyla birlikte izledim. Çocuklar, halk belki ilk kez tiyatro görüyorlardı. Bazı oyunların dilini bile anlamıyorlardı. Şaşkın ve hayrandılar. Tıpkı benim gibi. Büyülenmiştik. Bir on yıl sonra o oyunları izleyen çocukların dünyayı başka türlü algılayacaklarını düşünmüştüm. Umarım hala sürüyordur.

Bunlar çok değerli kişisel çabalar. Keşke Nazan İpşiroğlu’nun şu dediği gibi olsa:

 ‘Sanat eğitimi yeni bir anlayışla, duyu algılarının eğitimi olarak elverdiğince her derse sindirilirse ancak gerçekleşebilir.’

Köy enstitülerinin Türkiye için büyük bir şans olduğunu pek çok insan gibi ben de düşünürüm. Ne yazık dünyadaki bazı dengelerin 40’lı yıllarda değişmesi, cadı avları, bunların ülkemize yansıması nedeniyle bu yapıyı koruyamadık.Enstitü mezunu köy kökenli değerli yazarlarımızın medyada anlattıkları, okuduklarım, ya da müze kurucularındanAlibeyKudar’la yaptığım bir sohbet bana bu gerçeği kanıtlar gibi.Yıllar önce gittiğim(*)Tahta Kuşlar müzesinde, Köy Enstitülü, Alibey Kudarküçük müzesi denli ilginç, hoşsohbet bir insandı. Okul yıllarını hiç nazlanmadan, özlemle anlatmıştı.

Yurtdışından bir konuk gelir okula. Sınıftaki camlı dolapta duran saza, kemana ve diğer müzikaletlerine şaşkın bakar. Sonra bunları gerçekten kullanmayı bilip bilmediklerini sorar öğrencilere. Sadece süs olarak mı durmaktadır acaba? Konuğun küçümseyen bakışları altında, öğrenciler, kemanla Mozart, sazla bir halk ezgisi çalarlar. Sinirlenir konuk. Dizlerini sallar, yüzü pancar gibi kızarır. ‘Ah! Ne kadar güzeldi sevimsiz konuğu o halde görmek. Her şey yapabilirdik biz. Duvar örmeği de bilirdik, kitap okuyup tartışmayı, çalgı aleti çalmayı da…Özgüvenimiz tamdı.Eleştirel bir yapısı vardı öğretimin. Gerçekten öğrendik her şeyi, Ezberlemedik.’

Alibey Kudar’ın söyledikleri böyle şeylerdi. Çok etkilemişti beni.

Yalova deprem bölgesinde çocuklarla tiyatro

Kim bilir belki de diyorum Nazan hocanın anlatmak istediği böyle şeylerdi. Yapmak istedikleri de. Son olarak, Fethiye Sanat Şenlikleri’nden söz etmek isterim. Bu yıl 8.cisi kutlanan bu büyük organizasyonun fikir annelerinden biriydi Nazan İpşiroğlu. Avrupa’da davet edilip, katıldığım birçok şenlikleri aratmayan, fazlası olan bir şenlik. Gitgide geliştiğini bildiğim bu güzel etkinliğe iki kez katılma şansım oldu.

Fethiye Sanat ve Kültür günlerinde

Her alandan değerli sanatçılar davet edilmişti. Tıpkı yazımın başındaki İpşiroğlu’nun söylediği gibi plastik sanatlar, müzik, yazının her türü, tiyatro, film vardı. Yurtdışından sanatçılar da katılmıştı etkinliğe. Fethiye’nin ve çevresinin en güzel yerlerinde ağırlandık. Bir düş gibiydi.

Biz yazarlar, doğal güzellikleriyle ünlü Fethiye içindeki, köylerindeki okullarda öğrencilerde buluştuk, konferans salonlarında halkla buluştuk. Değerli yontucu arkadaşımız çocuklarla günlerce çalışıp, içlerindeki coşkulu özü sanata evirdi, sergilediler. Ressam dostumuz çocuklarla birlikte okul duvarlarını olağanüstü güzel tabloya çevirdi. Sokak sergileri, ressam ve fotoğrafçıları tanıttı bize. Bir belgeselcimiz, okullar arası yarışmayı organize etti. Gençlerin ne denli yetenekli olduğunu gördük. Drama çalışmaları o kısacık sürede bilinçli ellerin genç yetenekleri nasıl yoğurduğunu gösterdi bize. Çocuklardan oluşan, iki yüz elli kişilik Barış Orkestrasının olağanüstü konseriyle içimiz içimize sığmadı.

Yapılan ve katıldığım etkinlikler kadar sanatların, sanatçıların yani bizlerin etkileşimi çok önemliydi.Birkaç gün süren unutulmaz bir sanat havası soludum.Ve elbet böylesine kapsamlı bir oluşuma ev sahipliği yapan Fethiye Belediye Başkanı, sanatsever işadamı, Fetav görevlileri ve gönüllüleri kendileriyle gurur duymalı diye düşünüyorum. Fethiye’yi böylesine güzel etkinliklerle gündeme getirdikleri için.

Gümüşlük köyünde çocuklarla

Sevgili Nazan İpşiroğlu, Zehra İpşiroğlu, yukarda andığım kişilerle birlikte, sadece güzel bir düş kurmadılar. Düş denli güzel bir oluşumu gerçeğe dönüştürdüler.

Ülkemizdeki her birey bunları yaşamayı hakeder. Umarım başka yörelere örnek olur. Yöneticilerimiz de çağdaşlık ve sanat üzerine daha çok düşünürler.












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

13.7.1923 BUGÜN ANNEMİN DOĞUM GÜNÜ

YAŞADIM DİYEBİLMEK İÇİN (Zehra İpşiroğlu)

KAYAKÖY ŞİİRİ (Gülsüm Cengiz, Esintiler)